13 Aralık 2010 Pazartesi

Yahya Kemal Ve Fetih Rüzgarı

Yahya Kemal bu şiirinde, yüzyıllardan beri bulunduğu mekâna sığmayan, daima akın zevkiyle yaşayan kahraman bir milletin hayat macerâsını anlatır. "Yeri fethetmek için gelmiş" bu fâtih milletin fatih nesilleri, bütün maddi hudutları aşan, önünde hiç bir engel tanımayan nesillerdir. Onlar yüzyıllar boyunca tarihe yön vermişler, büyük medeniyetler, büyük ümranlar kurmuşlardır. Tarih onlarla renklenmiş, coğrafya onlarla şekillenmiş, toplumlar onlarla huzura ermiş, dünya düzeni onlarla yürümüş, haksızlığa uğrayan hakkını onlarla almıştır. Bu durum 18. yüzyıla kadar devam eder. 18. yüzyıldan itibaren, yavaş yavaş inançlarını, aksiyonunu, dinamiklerini kaybetmeye başlayan nesiller karşımıza çıkmaya başlar. Bu her şeyini kaybetmiş nesillerin elinde, üç kıtaya hakim birBalkan şehirlerinde geçerken çocukluğum;
 imparatorluk, koskoca bir medeniyet hızla çöküşe doğru gider. Avrupalıların ifadesiyle bir "hasta adam" halini alır. "Yahya Kemal, "hasta adam"\n son demlerine şâhit oldu. Balkan şehirlerinden birinde doğan ve hezimetin sarsıntılarını daha yakından duyan bu serhat çocuğu, kahramanlık hikayelerini dinleye dinleye büyüdüğü, macerası asırları dolduran imparatorluğun feci yıkılışından son derece muztarip olur ve bir daha geri gelmeyecek olanın doğurduğu büyük ümitsizliği, ancak şanlı ve güzel eski günlerini hatırlamak suretiyle telafiye çalışır" . Açık Deniz adlı şiirinde bu duygularını ne güzel anlatır:

Her lâhza bir alev gibi hasretti duyduğum.


Yahya Kemal zamanımızdan yüzyıllar öncesine, mazinin ihtişamlı devirlerine hicret edip, hayalen o devirlerde yaşayan, çirkin halihazır karşısında, tarihin kahramanlık ve güzellik dolu ülkelerine çekilen adamdı:


Çık tayy-ı zaman et açılır her perde

Bir devr geçir istediğin her yerde


"Muhayyilesi istediği anda geçmiş zamanın emrine giren" bu büyük şâir, mâzinin bütünüyle inkâr edildiği, geçmişe ait olan her şeyin toptan karalandığı bir devirde, tarihimizi en güzel bir şekilde destanlaştırdı. Selimnâme'yi, İstanbul'u Fetheden Yeniçeriye Gazel'i, Ezan-ı Muhammedi'yi, Alp Aslan'ın Rûhuna Gazel'i, Süleymaniye'de Bayram Sabahı'nı yazdı. Çünkü o, içinde yaşadığı toplumdan kaçış kapıları arayan insan değil, eve dönen adamdı.
Yeri fethetmek için dünyaya gelmiş bu fatih millet, İslâmiyeti kabul etmeden önce de bütün dünyaya hâkim olmak, bütün hudutları aşmak,bütün milletleri idare etmek arzusuyla doluydu.


Daha deniz, daha müren (nehir)

Gün tuğ olsun, gök kurıkan (çadır)


diyen Oğuz Kağan, bütün dünyaya hâkim olmak istiyordu. İslâmiyeti kabul etmeden önce kuru bir cihangirlik ihtirasıyla bunu yapan ve sadece dışın fâtihi olan mağrur Türk, İslâmiyeti kabul ettikten sonra hem dışın fâtihi hem de için fâtihi olur. Mehmet Kaplan'ın da belirttiği gibi "Yunus Emre, kâinatı fethetmek ve onun üstüne çıkmak İsteven bir akıncıdır" . Sadece maddi kuvvete inanan "Alp tipi için dünya fethedilecek bir yer, diğer insanlar galebe çalınacak, tâbi kılınacak düşmanlardır" . İslâmiyeti kabul ettikten sonra ortaya çıkan "Veli tipi içinse dünya değersizdir. Madde ve mekan değersizdir. Diğer insanlar düşman değil, dosttur". Bu birbirine tamamen zıt iki tip arasında bu güzel millet, güzel bir sentez yapar. Kuru cihangirlik ihtirasından uzak, diğer insanları düşman olarak görmeyen, onlara sadece büyük bir samimiyetle inandığı en güzel dinin güzelliklerini duyurmayı hedef olarak seçen bir tip ortaya çıkarır. Bu tip, gür bir imanla inanan, damarlarında bu imanın bütün gücünü hisseden, ölümden korkmayan, gülerek ölüme koşan, ölümden korkan insanın yaşamak zevkini tadamayacagına inanan bir tiptir. Tarih onlara Alperenler diyor. İşte Selçuklu ve Osmanlı akıncıları, içlerinde derinden derine bu duyguları hisseden kahramanlardı. Yahya Kemal onları ne güzel destanlaştırır:


Yaşamak zevki nedir bilmez ölümden korkan!

Gür bir İmanla damarlarda ateşten bir kan


Böyle bir dersi alan Alperenlere vatan dar geliyor, daima başka sefer, başka ufuklar görünüyordu. Hiç durmadan dinlenmeden Allah adının ufuklarda bayraklaşması için seferden sefere, zaferden zafere koşan bu şimşek bakışlı yiğitler, akın zevkiyle yaşıyorlardı. Onların sadece kendilerinde değil, akınlarında kullandıkları atlarında bile bu duyuş vardı. Yahya Kemal onların bu duygularını devrine kadar hiç bir şâirin anlatamadığı kadar hârikulâde bir şekilde anlatır:


Böyle bir dersi alan rûha vatan dar görünür;

Dâima başka sefer, başka ufuklar görünür.


Hakikaten Türkler, İslâmiyet'i kabul ettikten kısa bir süre sonra. Ortadoğu coğrafyasına hâkim olmuşlar. Büyük Selçuklular, Gazneliler, Karahanlılar gibi büyük devletler kurmuşlardı. 1071'de Malazgirt zaferini kazanıp Anadolu kapılarını zorlayan Alpaslan komutasındaki bu yiğitler, çok kısa bir zaman içinde Anadolu'yu baştan başa fethetmişler, Yahya kemal'in ifadesiyle on yılda "sahil-i Kostantiniyye'ye" varmışlardı. Yahya Kemal Alp Aslan'ın Ruhuna Gazel adlı birbaşka şiirinde, Alpaslan'ın şahsında, aslında bu yiğitleri anlatır. Alpaslan sadece bir semboldür. Binlerce, yüzbinlerce Alperenin sembolü. Bu güzel şiiri de buraya almadan edemiyorum.


İklim-i Rûm'u tuttu cihangir savleti

Tarih o işde gördü nedir şîr savleti


Titretti arş ü ferşi Malazgird önündeki
Cûş ü hurûş-ı rahş ile şemşir savleti

On yılda vardı sâhil-i Konstantiniyye'ye
Yer yer vatan diyarını teshir savleti
Ey şanlı cedd-i ekherimiz âb-ı tîgınin
Bi-hadd imiş güneş gibi tenvir savleti

Tasvir eder mi böyle şehinşâhı ey Kemal
Şimşekten olsa Şi'rde ta'bir savleti

On yılda "Sahil-i Konstantiniyye'ye" varan bu yiğitler, Anadolu Selçuklu Devleti'ni ve onun ardından Osmanlı Devleti'ni kurup Balkanlar'a geçmişler, Kostantiniyye'yi alıp İstanbul yapmışlar, geniş yeryüzünün hududu var mı bilmemişler, asırlarca güneye, kuzeye ve özellikle de kuzeybatıya doğru, Avrupa içlerine doğru ilerlemişler, ufuklarında durup karşı koyan her seddi yıkmışlar, yeni bir ülkede atlarına yem vermek için fetih rüzgarına kapılmışlar ve üç kıtaya hâkim, muhteşem bir cihan devleti kurmuşlardır. Bir de bu yiğitleri Yahya Kemal'in dilinden dinleyelim:


Bilmemiş var mı yeryüzünün ser haddi.

Yıkmış ufkunda durup karşı koyan her şeddi,


Milletleri millet yapan değerlerin içinde din, dil ile birlikte tarih, sanat ve dünya görüşü de vardır. Tarih bir milletin yüzyıllar içindeki hayat macerasıdır. Bu macera, milletleri ayakta tutar, onları yıkılmaktan, yokolmaktan kurtarır, topluluklara millet olma şuurunu verir ve bu yüzden de çok önemlidir. "Cumhuriyet devrinde, haklı veya haksız, maziye karşı büyük bir reaksiyon başladı. Asırlar boyunca yaşamış olduğumuz hayatın mânâsı, kurmuş olduğumuz medeniyetin değeri, toptan inkâr edilmeğe kalkıldı. Bu cereyana karşı, mücerret fikrin silahları ile karşı koymak hemen hemen imkansızdı. Güzellik daima hakikatten daha fazla tesirli olmuştur. Yahya Kemal, milli ruhun kaybolmaya yüz tuttuğu bir devirde, Şiir vasıtasıyla, onu bir daha hiç ölmeyecek bir şekilde diriltti. Bugün, geçmiş asırlarımızın en güzel tarafı, onun mısraları sayesinde hatıralarımızda yaşıyor". O, bunu yaparken "adeta zamanı geri çevirerek, eskiyi, eskilerin hiçbirinde bulunmayan bir güzellikte diriltti" .

O, çağdaşı olan bir çok şâir ve yazarın "güdümlü edebiyat" örneği verdiği, devlet büyükleri ve onların yaptıklarını övdüğü bir devirde, bütün bunları niçin yaptı? Bu sorunun cevabını, Yahya Kemal'in Yavuz Sultan Selim'i destanlaştırdığı Selimnâme'nin başına koyduğu bir dörtlükte buluruz. Şöyle diyor büyük şâir:


Devre-i Sultan Selim'i yazmak içün

Seyf-i meslül kıldı hâmesini


Evet o, Yavuz Sultan Selim'in devrini yazmak için, kalemini kınından sıyrılmış kılıç gibi kullandı. Çünkü Selimnâme'sini dinlerken halkın kendisine rahmet okuyacağını düşünüyordu. Türk milleti, Türk tarihi ve medeniyetini yazmak için, kalemini kınından sıyrılmış bir kılıç gibi kullanan büyük şâirin sadece Selimnâmesini okurken değil, seher yeli kadar pürüssüz ve güzel olan bir çok şiirini okurken de ona rahmet okuyor ve ona çok şey borçlu olduğunu unutmuyor.

DİPNOTLAR



1) Mehmet Kaplan, Şiir Tahlilleri, 5.6-, İst, 1975, s. 208

2) Kendi Gök Kubbemiz, İst. 1974, s. 14-15
3) Kaplan, Şiir Tahlilleri, s. 208
4) Rübailer, İst. 1963. s. 10
5) Ahmet Hamdi Tanpınar, Yahya Kemal, 2.b. İst. 1982, s. 52
6) Kaplan, Şiir Tahlilleri, s. 209
7) Mehmet Kaplan. Türk Edebiyatı Üzerine Araştırmalar, İst, 1976, s. 38
8) a.g.e.,s. 38
9) Eski Şiirin Rüzgârıyla, 2.b., İst, 1974, s. 45-46
10) Kaplan, Şiir Tahlilleri, s. 214 
11)a.g.e.,s.215
12) Eski Şiirin Rüzgârı, s. 5


Halk Yahya Kemal'e rahmet okur
Güşederken Selimnâmesini.

Yeni bir ülkede yem vermek için atlarına
Nice bin atlı kapılmıştı fetih rüzgârına.

O nesil duymuş akın zevkini rüzgârda bile;
Bu duyuş varmış akınlardaki atlarda bile;

Birleşip böyle diyorlardı, derin bir sesle,
Yeri fethetmek için gelmiş o fâtih nesle.

Ben hicret edip zamanımızdan yaşadım
İstanbul' u fettettiğimiz günlerde.

Kalbimde vardı Byron'u bedbaht eden melâl
Gezdim o yaşta dağları, hülyam içinde lâl,
Aldım Rakofça kırlarının hür havasını,
Duydum akıncı cedlerimin ihtirasını.
Her yaz şimale doğru asırlarca bir koşu,
Bağrımda bir akis gibi kalmış uğultulu...
Mağlupken ordu, yaslı dururken bütün vatan
Rüyama girdi her gece bir fatihane zan.

Sızıntı

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumunuz alınmıştır. Teşekür ederiz..