2 Mart 2011 Çarşamba

MEHMET AKİF, SAFAHAT Ve ASIM'IN NESLİ

Osmanlı’nın son yıllarından Cumhuriyet’e geçişin sancılı dönemi olan MilliMücadele boyunca Mehmet Âkif bu toplumun pek çok millî, insanî ve İslâmîdeğerinin sözcüsü olmuştur. Onun bütün şiirlerini toplayan Safahat adlıkitabının bu milletin kütüphanesinde çok farklı bir yeri vardır. O yüzden deher nesil Safahat’ı yeniden okuyabilmelidir. Çünkü Safahat’ın yedi kitaptan oluşan bölümleri, bu milletin günlük hayatını, dertlerini ve ideallerini anlatır.

M. Ertuğrul Düzdağ’ın Âkif’in bütün şiirlerini ve kaynakları gözden geçirdiktensonra Safahat’ı, Âkif’in istediği gibi yeni bir düzenleme ile yayınlanması, sağlıklı bir metne kavuşmamıza yardımcı olmuştur. Sonraki yıllarda Safahat’ınhep böyle yayınlandığını görüyoruz.

Ölümünden 70 yıl geçtikten sonra çok farklı Safahat yayınları ortaya çıktı. Özellikle de Safahat’ın sadeleştirilmesi eğitimciler için kaçınılmaz göründü.Hâlbuki bir şiirin aynı dille de olsa başka kelimelerle ifadesi yeni bir şiiriortaya çıkarır. Bunu, A. Vahap Akbaş dostumuzun yaptığı gibi orijinali ilesadeleşmiş metinleri karşılıklı sayfalarda yayınlama çabası cesur bir mukayeseimkânı verebildiği için yararlı, ama Refik Durbaş’ın yaptığı gibi şiirin aslınahiç yer vermeden sadeleştirilmiş metni Safahat diye sunma çabası kabul edilemezbir tuhaflıktır.

Âkif’in dilindeki kelimelerin kullananların seviyesini yansıtması, onundilimizi sadeleştirme ve yazı dilimizi zenginleştirme çabasını göstermesibakımından çok önemli. Bugün bilinmeyen kelimeleri aynı sayfada açıklamayaçalışırken, günümüzün en önemli kültür meselesinin dilin tahribi olduğunu farkettik. O yüzden kitapta yeni bir kelime dağarcığı oluşturduk.

Osmanlı’dan sonra Türkiye’yi kurabilen milletin kültür tarihinde bu kitabınvazgeçilmez bir yeri vardır. Yalnız anlatılan şeyler açısından değil, dil veedebiyatımızın yeniden oluşmasında, 20. yüzyılın başında eser verenşahsiyetlerden Ömer Seyfettin ve Yahya Kemal gibi Mehmet Âkif’in de önemli biryeri olduğu için, kullandığı kelimelerin hepsi bilinmelidir. Mehmet Âkif, yalnız şair değil, aynı zamanda bir mütefekkirdir. Düşündüğü gibiyaşamak için fedâkârlıklar yaptığı için de karakterine güvenilen örnek birşahsiyet olarak bilinir. Elbette lirik, epik ve sembolik metinlerin yer aldığıbu kitaptaki şiirlerin de şairi gibi kendine özgü nitelikleri vardır. ÇünküMehmet Âkif, hayatı ile sanat görüşü ve eserleri bütünleşebilen nâdirşahsiyetlerdendir. “İstiklâl Marşı şairi” olarak da tanınan Âkif’in şiirleriiyi okunmalıdır.

Sanat Anlayışı ve Eserleri

Şi’r için “göz yaşı” derler; onu bilemem, yalnız,
Aczimin giryesidir bence bütün âsârım!

Şiirleri hakkında Safahat’ın önsözünde bunları söyleyen ve “tasannu”bilmediğini ifade eden şairimizin, Edebiyat adlı yazısında vatanı olduğunainandığı edebiyattan çok şey beklediği ve Namık Kemal gibi ona sosyal birmisyon atfettiği görülüyor. “Sâde yazmak bizim için asıldır” derken, sanatkârızdiye meydana çıkanların birçoğunu “âdi birer simsâr” bulduğunu da ifadeetmekten çekinmiyor.

Ayrıca Tenkid adlı yazısındaki şu görüşleri de dikkate değer: “… edebiyattakidüsturların pek çoğu hukûk-ı düvel kâideleri gibidir: Yalnız, zavallı yazıcılarhakkında tatbik olunur. Yoksa kalemine güvenen o kâideyi yırtıp öte tarafınageçer de kimse sesini bile çıkaramaz!” Görüldüğü gibi, şairimiz edebiyatınmeslek sırlarını iyi biliyor…

Şairimizi Tanzimat sonrası edebiyatı içinde değerlendirmek gerekir, amabunların pek çoğundan farklıdır. Özellikle nazım dili ve gerçekçilik bakımındanetkisinde kaldığı, ama inanç ve medeniyet değerleri bakımından karşısındaolduğu Servet-i Fünun şair ve yazarlarıyla karşılaştırıldığında, MehmetÂkif’in, hayatın ve toplumun içinde olduğunu görüyoruz.

Âkif’in benimsediği sanat telâkkisi, ehl-i tarik bir âlim ve fâzıl bir şahsiyetolan babasından aldığı sağlam kültür, ahlâk ve İslâm inancıyla sağlam birkarakterin bileşmesinden oluşan müstesna bir kimlik ortaya koydu ve bu kimlikeserlerine de yansıdı. O devrin pek çok sanatçısı ve kültür adamı, Âkif’inyaşadığı hayatta sergilediği ahlâk ile sanatı arasındaki bütünlüğün hayranıolmuş, dünya görüşünü benimsemeden de onu takdir etmiştir.
İkinci Meşrutiyet’ten sonra yayınladığı şiirlerin çoğu 1908’den önceyazılmıştır. Dergilerde yayınlanan bu şiirlerin bir kısmı Safahat adıylakitaplaşınca, çok büyük bir ilgi görür.
1908 yılında Ebulula Mardin ve Eşref Edib gibi şahsiyetlerin öncülüğünde çıkanve Âkif’in İslâmcı arkadaşlarıyla yazılar yayınladıkları Sırat-ı Müstakimdergisi, dört yıl boyunca “din, felsefe, edebiyat, hukuk ve ulûm”dan söz eder. Bu dergi 1912’den itibaren Eşref Edip tarafından Sebilürreşad adıylayayınlanmaya başlar. Eşref Edib’in sahibi olduğu bu derginin başyazarı MehmetÂkif’ti ve Safahat’taki şiirlerin büyük çoğunluğu bu dergilerde yayınlanır.

Balkan Savaşı’ndan sonra yaşanan büyük felâketler karşısında susan veya seyircikalan, bazen de halkın ve gençliğin umudunu kıracak biçimde karamsar eserleryazan, alafranga telâkkilere bağlı edebiyat adamlarının tersi bir tavırla, Mehmet Âkif toplumun her derdiyle ilgilenir. Servet-i Fünun ve onların devamıolan Fecr-i Âti topluluğuna şiddetle karşı çıkan Ömer Seyfettin gibi bumilletin tarihî ve kültürel değerleriyle dinî inanışlarına bağlanır, onları öneçıkaran şiirler ve yazılar yazar. Böylece topluma hizmeti temel sanattelâkkisiyle birleştirir.

Safahat’ın sonraki ciltleri olan Süleymaniye Kürsüsü’nden, Hakkın Sesleri, Fatih Kürsüsü’nde, Hatıralar ve Âsım adlı kitaplarındaki şiirler parça parçaSebilürreşad dergisinde yayınlanmıştır. Safahat’ın son ve yedinci cildi olanGölgeler’in bazı şiirleri, Sebilürreşad dergisi 1925 yılında Bakanlar Kurulukararıyla kapatıldığı için muhtelif dergilerde çıkabilmiştir.

Gölgeler adlı son şiir kitabındaki şiirlerin ilk kitaplarından farklı olduğu, onun bunlarda daha çok gönlünü dinlediği ve mistik bir atmosfere sığındığı, eski şiirlerindeki sert eleştirileri bıraktığı söylenegelmiştir. Bunları birolgunlaşma sonucu olarak görmek gerektiği kadar, CHP’nin tek parti yönetimindebir takım siyasî olaylara provakasyon yapılabilecek şeyler yazmama endişesinede bağlamak mümkündür. Âkif’in fikirlerinde bir değişiklik olmamış, ama tedbirielden bırakmamak için iç siyasetle ilgili görüşlerini yazmamış, uzak durmuştur.

Bu arada Âkif, zamanının önemli bir bölümünü, sonradan bazı sebeplerleyayınlanmasını istemediği Kur’an meali çalışmasına ayırıyor, gönüllüsürgünlüğün doğurduğu hüzünlü atmosferde ancak Leylâ, Secde ve Hicran gibişiirler yazabiliyordu. O yüzden Âkif’in susmasını veya susturulmasını bu ülkeyönetiminin tarihi hatalarından biri olarak belirtmek gerekir.

Mehmet Âkif’in sanat anlayışı kendisinden sonra da epeyce bir zaman Müslümanhalkın şiir telâkkisini belirledi; Yahya Kemal ile Necip Fazıl’ın şiirleri vefikirleri geniş kitlelere mal oluncaya kadar Safahat adlı eseri, milliyetçi vemukaddesatçı gençliğin el kitabı gibi görüldü.
Kastamonu Nasrullah Kürsüsünde(1921) ile Kur’an’dan Ayetler ve Nesirler (1944)adıyla ölümünden sonra yayınlanan kitabından başka, dergilerde yayınlanan veakademisyenler tarafından çok sonra toparlanan makaleleri var. Bunların yanındafikirlerini benimsediği Ferid Vecdi, Abduh ve Abdülaziz Çavuş gibi yazarlardantercüme edilmiş beş kitabı daha var.

Safahat’ın Bölümleri

Şairin Safahat adı altında toplanan şiirleri, ilk yayınlandığı zaman şu yedikitaptan oluşmuştur: Safahat (1911), Süleymaniye Kürsüsünde (1912), HakkınSesleri (1913), Fatih Kürsüsünde (1914), Hatıralar (1917), Asım (1924),Gölgeler (1933).

Safahat (1911): Dergide yayınlanırken, Safahat-ı Hayat’tan genel başlığıylayayınlanan bu şiirlere ad olan safahat kelimesi, safhalar, görünüşler manasına gelmektedir. Şairin 38 yaşında yayınladığı bu kitapta yer alan Küfe, Seyfi Baba, Kocakarıile Ömer, Mahalle Kahvesi ve Köse İmam gibi sosyal temalı şiirleri yanında AcemŞahı, İstibdat ve Hürriyet gibi siyasî görüşlerini ortaya koyan manzumeleri debüyük ilgi uyandırmıştır. Monarşi kadar meşrûti idarede de umduğunu bulamamış, cehaletin istismarıyla yönetim bozukluğunu eleştirmiştir.

Süleymaniye Kürsüsünde (1912): Orta Asya Müslümanlarından, seyahatnameyazarı  Abdürreşid İbrahim’in ağzından dünya Müslümanlarının halinianlatan ve onları birliğe davet eden 1502 mısralık bir şiirdir.

Hakkın Sesleri (1913): 10 manzumeden oluşan bu kitapta, ayet ve hadislerinışığında, Balkan Savaşı’nın doğurduğu felâketlerden serzenişte bulunan acılışiirler yer alır.

Fatih Kürsüsünde (1914): Fatih Camii’ne giden iki arkadaşın yoldakigözlemleriyle tartışmaları verilir, daha sonra da camideki vaizin sözleriyletembellik ve taklitçilik eleştirilir.

Hatıralar (1917): Akif’in Berlin, Necid, Medine ve Mısır gezilerinin izlerini yansıtır.

Âsım (1924): Hocazâde (Âkif) ile Köse İmam (Babasının talebesi) arasındakidiyaloglardan meydana gelen bu eser, Köse İmam’ın oğlu Âsım’ın şahsındagençleri anlatmaktadır. Bir tiyatro eseri gibi konuşturduğu veya taklit edilenkişileri kendi dilleriyle yansıtan bu eser bir tiyatro eseri gibi de telâkkiedilebilir.
Gölgeler (1933): Mehmet Âkif, CHP yönetimiyle birlikte kısa zamanda siyasettenumut kestikten sonra dinî duyarlığın ağır bastığı lirik ve mistik şiirleryazmaya başlamış, yurt dışında geçirdiği dönemler boyunca hep hasret ve gurbetduygularıyla hüzünlü şiirler yazmıştır. İlk kitabı gibi bu kitabı da 41 kısaşiirden oluşur. Mısır’da, şairin kontrolünde basılmıştır.

Mehmet Âkif’in ölümünden sonra bütün şiirlerini Safahat adıyla yayınladığınıbiliyoruz. Damadı Ömer Rıza Doğrul’un bütün kitapları bir araya getirerekyayınladığı Safahat’ın bilinmeyen sebeplerle pek çok eksiği olduğu söylenirdi. Bunları M. Ertuğrul Düzdağ düzenledi.

Şiir Dili ve Üslûbu

Hayır, hayâl ile yoktur benim alışverişim.
İnan ki: Her ne demişsem görüp de söylemişim.

Mehmet Âkif’in insan ve toplum anlayışıyla bütünlük gösteren bir üslûbu var. Bunun kaba şakalar ve argo dışındaki günlük kelimelerden oluştuğunusöyleyebiliriz. Konuşturduğu veya sözünü ettiği insanın dilini, bir Karagözoynatıcısı kadar kahramanlarının üslûbuna hâkim olduğunu görüyoruz. Buüslûptaki sadelik ise, sanki sehl-i mümtenidir, kolay ulaşılamaz.

Şiir dili ise bazen lirik, bazen ironik olsa da her zaman epik, yani destanîözelliğe sahiptir. Çevresini tasvir eden nazım parçalarında öylesine gerçekçi, öylesine ironik tespitler var ki, Âkif’in ustalığını teslim etmemekimkânsızdır. Bütün bu farklı şiir türlerinin hepsinde öyle akıl almayacak kadarişlek bir dil var ki, manzum hikâyeleri okurken bile şaşırmadan edemiyorsunuz. Bütün bunlar onun kendine özgü bir şiir dili ve üslûbu olduğunu gösteriyor.

Mehmet Âkif’in hayatı ile Safahat adlı kitabında yer alan şiirleri okumak, bukahraman milletin asil ruhuyla tarihî ve kültürel mirasının vazgeçilmezdeğerlerini tanımak demektir. O yüzden de çok basıldığı halde yeterince okunupanlaşılmadığına emin olduğumuz Safahat’ın okunup anlaşılabilmesi için gerekliçalışmaların yapılmasının şart olduğunu düşünüyoruz. Bu bir çeşit Mesneviokumaları gibi seminerlere konu olduğu gibi, yarışmalara da yol açmalıdır.

Osmanlı’nın toprakları üzerinde, küllerinden yeniden doğan Anka kuşu gibiyeniden Türkiye Cumhuriyeti’ni kurabilen milletimizin kültür tarihinde bukitapta anlatılan şeylerin çok önemli ve vazgeçilmez bir yeri vardır. Yalnızanlatılan şeyler açısından değil, dil ve edebiyat zevkimizin yenidenteşekkülünde, 20. yüzyılın başında eser veren yazar ve şairlerin pek çoğu gibiMehmet Âkif’in de vazgeçilmez önemde bir yeri vardır. Hocası Muallim Naci gibitemiz ve doğru bir Türkçe ile yazmayı, sadeliği her şeyin temelinde gören biredebiyat anlayışı vardır. Temaları bakımından da çeşitlilik gösteren Akif’inşiirlerinin bir kısmı manzum hikâye, bir kısmı da seyâhatnâme gibidir. Bazışiirleri traji-komik sahneler anlatır, hiciv gibidir.

Bir Destan ve Kur’an Şairi
Girmeden tefrika bir millete, düşman giremez;
Toplu vurdukça yürekler, onu top sindiremez!
…….
Doğrudan doğruya Kur’an’dan alıp ilhamı,
Asrın idrakine söyletmeliyiz İslâm’ı.
.…….
Alınız ilmini Garb’ın alınız san’atını,
Veriniz mesainize hem de son sür’atını.

Safahat’tan aldığımız bu beyitler, Âkif’in şair ve mütefekkir tavrını da orayakoyar.

Mehmet Âkif, Safahat’tın birici ve yedinci kitaplarında yer alan, pek çoğuaktüel şartların ve yaşanan hayatın izlerini taşıyan şiirleriyle tanınmış vesevilmiştir. Bunların yanında, Çanakkale Şehitleri, İstiklâl Marşı ve Bülbülgibi müstesna şiirleriyle sevilen Âkif, Süleymaniye ve Fatih camilerindenseslenişlerle Hakkın Sesleri, Hatıralar ve Âsım adlı, her biri kendi içindebütünlük taşıyan kitaplarında, hem bir destan şairi, hem de bir Kur’an şairitavrını ortaya koyar. Bu tavrın onun şair kimliği ve dünya görüşü ile yakındanilgisi var. Özellikle Safahat’ın bütününü dikkatle incelediğimizde, Osmanlı’nınson dönemine ait kronik bir eser gibidir. Bu yönüyle Mehmet Âkif, çağının eniyi tanığıdır ve bunda da oldukça başarılıdır.

Bu şiirlerde anlatılan tarihî olaylarla bazı şiirlerin baş tarafında yer alanKur’an’dan seçilmiş ayet mealleri, o şiirlerin hangi ölçüler ışığında ortayaçıktığını açıklayacak niteliktedir. Bir ahlâk âbidesi sayılabilecek kadardürüst bir tavrı olan bu şairimiz kadar hayatı, eseri ve dünya görüşübirbiriyle bütünleşebilen çok az şairimiz vardır. Devlet tarafından kendisinehazırlaması teklif edilen Türkçe Kur’an mealini, Türkçe ezandan sonra Türkçenamaza malzeme olur diye tamamladığı halde teslim etmeyecek kadar tedbirlidirve eserini korur. Kendi inancına göre de vicdanını rahatsız eden her türlüveballi işe karşı hassasiyet sahibidir.

Sebilürreşad dergisinde yayınlandığı halde, kültür hayatındaki batıcılarınbaskısıyla Hatıralar’ın ilk baskısındaki Berlin Hatıraları adlı kitabında yeralmayan 98 mısralık bölümü, Tevfik Fikret’le girdiği Tarih-i Kadimtartışmalarıyla ilgilidir. Gençlik yıllarında şiirini beğendiği, ama bumanzumedeki inançsızlık kokan mısralara kızdığı için samimi inancını savunanMehmet Âkif, Fikret hayranı batıcı aydınlar arasında çok düşman kazanmıştır. Buonun için nasıl edebiyat dostlarından bir kısmını kaybetmek anlamına geliyorsa, İstiklâl Savaşı’nı desteklemek maksadıyla her cepheye koşması da ailesinibüsbütün ihmal anlamına geliyordu. Çünkü o dinini, namusunu ve vatanını savunankahramanları her şeyden çok seviyordu.

Osmanlı’nın çöküşü ile İstiklâl Savaşı’nı hazırlayan şartlar ve bir milletinyeniden tarih sahnesine zafer ve kahramanlıklarıyla doğuşu için gereken umut vefedakârlığı bizzat kendisi sergilemiş ve bununla da çevresine örnek olmuştur. Bütün bunları yüz yıla yakın bir zamandır elden ele dolaşan Safahat’ı okuyarakda anlayabiliriz. Özellikle Safahat’ın son kitabı olan ve gönüllü bir sürgününbütün hüznünü yansıtan Gölgeler adlı kitapta yer alan şiirler de fedakâr birşairin konuşmaktan çok susmayı tercih ederek milletine verdiği mesajları ortayakoyar.

Hakkın Sesleri ile pek çok şiirinde ayetlerden yola çıkarak yazdığı şiirlerlenasıl bir Kur’an şairi olduğunu ortaya koyuyorsa, öylesine ciddî birhassasiyetle hazırladığı Kur’an mealini Diyanet’e teslim etmemekle de Âkif, inandığı kitabın istismarını önlemiştir. Bu da onun nasıl titiz bir İslâm veKur’an şairi olduğunu ortaya koymaktadır.

Âkif’in Mizacı ve Dünya Görüşü

“Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem,
Gelenin keyfi için geçmişe asla sövemem.
Biri ecdadıma saldırdı mı hatta boğarım,
Boğamazsam hiç olmazsa yanımdan kovarım.
Üç buçuk soysuzun ardından zağarlık yapamam
Hele hak namına ölsem haksızlığa tapamam.
Yumuşak başlı isem kim demiş uysal koyunum?
Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boyunum.
Kanayan bir yara gördüm mü yanar ta ciğerim
Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim,
Adam aldırma da git, diyemem aldırırım
Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım”

Mehmet Âkif’in mizacını ve dünya görüşünü bu mısralardan daha iyi ifade etmekmümkün değildir. Çünkü onun muhtelif şiirlerinden seçilerek vecize gibitekrarlanan, sanat, siyaset ve din adamlarının çok kullandığı beyitleri vemısraları, benzeri az görülen bir yaygınlığa ulaşmıştır. Bu milletin tarihi vedinî değerlerine yabancı olmayan herkesin âşina olduğu ve benimsediği busözler, gerçekten de okur-yazarlarımızın bir kısmının söz dağarcığındadır.

Başlangıçta İttihatçılara inanarak İkinci Meşrutiyet’in hürriyet getireceğine, bununla ülkemizi yönetenlerin İslâm’ın meşveret ilkesine göre hareket ettiğini, o yüzden de Cemiyet’e güvenerek aralarına girdiğini görüyoruz. Çok kısa birzamanda sükût-ı hayâle düşen şairimiz, rasyonalist bir tavırla İslâm’ıyorumlayan Cemaleddin Efgani ve Muhammed Abduh gibi yenilikçi, hatta reformisttavırlı düşünürlerin görüşlerine itibar etmiştir. Selefi yorumlarla tasavvufmensuplarının tevekkülü yanlış anladıklarını savunmuş, ama son yıllarındabunlardan da vazgeçmiştir. Pozitivizmi, materyalizme yol açtığını gördüktensonra büsbütün eleştirmiştir.

Öte yandan onun gibi Batı ile İslâm dünyasını bu kadar dolaşıp perişanlıklarıgördükten böyle düşünen azdır. Dünyada resmî kayıtlara adı hem “İslâm şairi” vehem de “İstiklâl Marşı şairi” olarak geçmiş çok az şair vardır. Safahat böylebir şairin sanatıyla hayatını birleştiren bir eserdir. O yüzden Âkif’inşiirleri iyi okunmalı ve yeni nesiller tarafından anlaşılmalı.

Âkif ve Âsım

Bugünkü Türkiye, daha çok 20. yüzyılın başındaki şair ve fikir adamlarının rüyasıdır.

Bu Türkiye rüyalarının bir kısmı yabancılaşmayı hedef alır. Bazılarınınkiaçıkça iflas ettiği için kendileri de itiraf ediyor. Bunlardan bazılarıüzerinde belgeseller, drama dizileri yapılıyor ve yapımcıları bile bu rüyalarınbirer kâbus olduğunu vurgulamaktan kurtulamıyor.

Çanakkale Şehitleri için savaşın en hararetli günlerinde yazdığı şiir, Asımadlı tek şiirlik manzum diyaloglar kitabına girmiş, fedâkâr ve idealistgençliğin destanı olmuştur. Bu gönüllü medreseliler savaşının nasıl birbağımsızlık meşalesi yaktığını ve bunun da Birinci Dünya Savaşı mağlubiyetininardından İstiklâl Savaşı’nın ışığı olduğu biliniyor. Anadolu’nun her tarafındaşahlanan direniş hareketleri Mehmet Âkif’ten daha büyük bir sözcü bulamamıştır.

İstiklâl Savaşı’nın en muhataralı yıllarında Anadolu şehirlerini dolaşarakcihat ruhunu canlandıran ve İstiklâl Marşı’nı da bu ruhla yazarak “kahramanordumuza” armağan ettiği için de Safahat kitabına almayan Âkif’in ne kadar asilbir ruha sahip olduğunu görüyoruz.

Milletin kendi gücüyle kurtuluşuna gerçekten inandığı için de Birinci DünyaSavaşı ile birlikte çeşitli cephelerde çarpışan Türk ordusuna yardımcı olmakiçin Teşkilât-ı Mahsusa’nın hizmetine girer ve Çanakkale’de vatanın namusu için çarpışan aslanların yanında, onlara gönülden destek olan mısraları yazar ve bu mısraların da yer aldığı Âsım adlı şiirini, bu ülke gençliğinin benimseyebileceği idealleri dile getirmeye adar. Bu kitabın yankısı da büyükolur.

Biz her türlü çileye ve sıkıntıya rağmen, bu milletin tarihi misyonuna bağlı şair ve yazarlarımızın Türkiye rüyalarından milletimizi haberdar etmeyi ve bu rüyalar etrafında ittifak etmeyi bilmeliyiz. Eğitim ve öğretimde iyi örneklerneden gerekiyorsa, Mehmet Âkif’le onun gençliğe örnek gösterdiği Âsım’ınvasıflarını da öyle öğretmeliyiz. Çünkü bu nesil Çanakkale ve İstiklâlSavaşları’nı kazanmış, Osmanlı’nın küllerinden yeni bir devlet ortayaçıkarmıştır.

Bu milletin sahte elitlerle ruhen yabancılaşmış aydın ve politikacılartarafından yönetilmesine de epeyce bir zaman tahammül edilmiştir. Bununönlenmesi için verilen demokratik mücadeleler çeşitli darbelerle önlenmeyeçalışılmış; iç ve dış destekli derin güçler bu milletin iradesine her dönemdeipotek koymaya çalışmış, ama başaramamışlardır.

Mehmet Âkif de Ömer Seyfettin, Yahya Kemal, Necip Fazıl ve Arif Nihat gibiçağdaşımız olan şahsiyetlerle birlikte insan ve dünya görüşümüzün temsilcileriolarak dikkatle ele alınıp gençliğe tanıtılması gerekir. Bunu da kamukuruluşlarının her yıl daha farklı programlarla sürdürmesi, ruhî değerlerimizinve mânevi dünyamızın teşekkülündeki yerlerini ve mesajlarını her nesleanlatmaya çalışmaları millî bir görevdir. Bunların temsil ettiği değerlerinanlamı, Âkif ile Asım’ın Nesli’nin bu toplumun tarihi oluşumundaki önemliyerleri iyi bilinip gençlere benimsetilmeden, bu ülkenin geleceği belirsizdir, yabancılaşmanın tehdidi altındadır.

İstiklâl Marşımızın şairi Mehmet Âkif ile yakın dostlarının ahlâkî vasıflarıylaher alandaki tutumlarının, yalnız bizim için değil, insanlığın kurtuluşu içinvazgeçilmez birer değerdir. Bunların önemi üzerinde yeterince durulmazsa, resmîideoloji taraftarlarının telâkkileri egemen olur, Tevfik Fikret’le Nâzım Hikmetde gençliğimize örnek gibi sunulur.

Mevlânâ ve Yunus Emre’den Şeyh Galib’e kadar klasik şairlerimiz yeterincetanınmazsa, millî kültürümüzün temel dinamiklerinden mahrum kalırız. Bu bizdetarih şuurunu yok eder. Sonra da bu ülkenin vatan haline gelebilmesi içinhayatlarını feda eden insanların kadri bilinmez. Biz, bizi biz yapan değerlerikaybedersek, kültür adamlarıyla padişahlarının büyük çoğunluğu şair olan birmilletin gençliği şiire yabancı yetişirse, onların bir bölümü yok olur. DedeKorkut, Nasreddin Hoca, Hacı Bektaş ve Hacı Bayram Veli gibi âbidevişahsiyetlerle birlikte, her bölgedeki önemli şahsiyetleri anlatmak için debenzer faaliyetler yapılmalıdır.

Mehmet Âkif’in 70. ölüm yıldönümünden sonra eserlerinin mîri malı oluşunun butoplumda başka yansımaları olmalıydı. Artık onun eserleri ve hayatı belgeseldramalarla, tiyatro, film ve nesillere sadeleştirme konusu olarak gençnesillere aktarılmaktadır. Bunun önemli bir kültürel zenginliğe yol açabilmesiiçin, her çevreden kültür kuruluşlarının faaliyeti gereklidir. 12 Mart’ınİstiklâl Marşı’nın kabul yıldönümü olması, ardından da 18 Mart’ın ÇanakkaleZaferi’nin yıldönümü olarak kutlanması, Âkif ile Asım’ın Nesli’nin birlikteanılmasına yeterli…

Doğum ve ölümü Aralık ayına rastlayan ve 63 yıl yaşayan Âkif’in ÇanakkaleZaferi’yle İstiklâl Marşı yıldönümüyle anılması güzel bir tevafuk. Çünkü Çanakkale Zaferi, Asım’ın Nesli’nin zaferidir.

Âkif ile Asım’ın Nesli’nin bu toplumun oluşumundaki önemli yerleri iyi bilinipgençlere benimsetilmeden, bu ülkenin geleceği belirsizdir, yabancılaşmanıntehdidi altındadır.

Mustafa MİYASOĞLU (www.ayvakti.comsitesinden alınmıştır.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumunuz alınmıştır. Teşekür ederiz..