27 Mayıs 2010 Perşembe

YASSIADA DURUŞMASI ve ADNAN MENDERES

Yapacağımız çalışma, özel ve ilk olmalıydı. Bu amaçla Yassıada duruşmalarının MBK Başkanı Orgeneral Cemal Gürsel için çekilen görüntü ve ses kayıtlarının peşine düştük. Varlığından çeşitli vesilelerle bahsedilen ama bir türlü tamamı ortaya çıkmayan görüntü ve pek azı yayınlanan ses kayıtları ile her anı kare kare yansıtan fotoğrafların izini sürdük. 2009 yılının başlarında bir kaynak, Yassıada duruşmalarına ait ses kayıtlarının kendisinde olduğu bilgisini verdi. Bu kayıtları ancak üç ay önce alabildik. Ses kayıtları, yaklaşık 300 kasetti ve kayıtların süresi de bin saati aşıyordu. Bunları dinlemek epey vaktimizi aldı.


Yassıada'da kaydedilen ve 1960'ta bir bölümü radyoda yayınlanan ses kayıtlarına nihayet ulaşmıştık! Geriye, video görüntüleri ve çekilen yüzlerce fotoğraf kalmıştı. Beklediğimiz haber 20 gün önce geldi. Telefondaki ses, 2.500'e yakın fotoğrafın kendilerinde olduğunu söylüyordu. Sevincimize diyecek yoktu...

Sıra video görüntülerine gelmişti... "İyi olacak hastanın doktor ayağına gelirmiş" derler ya, aynen öyle oldu. Bir proje için benimle görüşmek isteyen dostuma, "Yassıada ile ilgili bir dizi için çalıştığımı ve yoğun olduğumu" söyledim. O da "O zaman benimle muhakkak görüşmen lazım, çünkü elimde acayip görüntüler var." deyiverdi. Boşboğazlığım ilk kez işe yaramıştı. Hemen her gazeteci ve televizyoncunun peşinde koştuğu görüntülere bir çırpıda ulaşmıştım. Ancak kaynaktan bu görüntüleri almak için epey dil dökmem gerekti. Benden kurtulamayacağını anlayan dostum, "Tavlada yenersen kayıtları alırsın." demesin mi? Böyle önemli ve tarihî belgeleri almak tavlaya kalmıştı. Neyse ki şansım yaver gitti...

Peki bu görüntü, ses kayıtları ve fotoğraflar neden bu kadar önemli? Yassıada duruşmaları ile ilgili yeni ve farklı ne söylüyor? Adnan Menderes'in savunmaları nasıl engellendi? Menderes'i halkın gözünde küçük düşürmek için hakim ve savcılar, yasaları nasıl çiğnedi? Seyirciler, Menderes'i ve arkadaşlarını neden yuhalıyorlardı?

Önce şunu belirtmeliyim: Yassıada duruşmalarını anlatan, duruşmaların mahkeme tutanaklarını içeren çok sayıda kitap var. Ben bu dizide başta Emine Gürsoy Naskali'nin 7 ciltlik "Yassıda Zabıtları" olmak üzere birçok eserden yararlandım. Ancak burada önemli olan hakim, savcı, sanık ve tanıkların ses kayıtlarıydı. Çünkü bugüne kadar hakim ve savcının, sanıklara kaba, sert ve alaycı tutumundan bahsediliyor; ancak bu konuda yeterli deliller sunulamıyordu. Biz, ses kayıtlarını ilk dinlediğimizde hakim ve savcının üslubu karşısında şaşkına döndük. Hukuk adamlarının söz ve tavırları, insanın tüylerini ürpertecek nitelikteydi. İşte bu dizi, Celal Bayar, Adnan Menderes ve arkadaşlarının ölüm cezasına çaptırılacaklarını bile bile yaptıkları savunmaların ses kayıtlarını dinlemek, fotoğraflarını görmek, filmlerini izlemek o günleri daha iyi analiz etmek için tarihî bir fırsat! Bu belgeleri dinleyip izledikten sonra Türk tarihinin en utanç verici olaylarının yaşandığı 27 Mayıs'ı ve Yassıda gerçeğini daha iyi anlamak mümkün olacaktır. Bütün bu görüntü ve ses kayıtlarının önemli bir kısmını internetten http://www.zaman.com.tr/ (Blog sayfamıza bu ses kayıtları ve görüntüleri yer almaktadır) adresinde bulabilirsiniz.

Yassıada duruşmalarında kötü şartlardan, Menderes ve arkadaşlarının maruz kaldığı çirkin muameleden bahsedilegelmişti. Yassıada'da tutuklu bulunan sanıkların bir yıla yakın bir süre orada neler yaşadıkları merak ediliyordu. İşte bu görüntü ve fotoğraflar, sizi o yıllara götürecek. Celal Bayar, Adnan Menderes ve arkadaşlarının daha önce hiçbir yerde yayınlanmamış görüntü, ses kayıtları ve fotoğraflarıyla tarihe tanıklık edecek; Türkiye'nin demokrasi şehitlerinin son günlerine tanık olacaksınız. Bunlar, darbenin toplum vicdanında açtığı yaraları anlatmaya yetecektir.

İnönü: Büyük bir iş yaptınız, emrinizdeyim

27 Mayıs sabahı, İnönü'nün evinin önü bayram yeri gibiydi. Sokağa çıkma yasağına rağmen CHP'liler orada toplanmıştı. Radyoda bildiriyi okuyan Türkeş de İnönü'nün yanına gelerek elini öptü. İhtilalden hemen sonra Ankara'ya gelen MBK Başkanı Cemal Gürsel'in yaptığı ilk işlerden biri de İnönü'yü arayıp emirlerinin olup olmadığını sormaktı. İnönü'nün cevabı ise şaşırtıcıydı: "Asıl ben sizin emrinizdeyim..."

-27 Mayıs 1960 Cuma sabahı, saat üç. Radyo spikerinin ifadesiyle önce İstanbul Radyosu ilk 'müjdeyi'(!) verdi. Sıra Ankara Radyosu'ndaydı. Albay Alparslan Türkeş, kalın ve tok sesiyle ihtilal haberini Türkiye'ye duyuruyordu: "Sevgili vatandaşlar. ...TSK, memleketin idaresini eline almıştır..."

Aynı saatlerde Ankara'da Örfi İdare Karargâhı'nda ihtilali başaran subaylar ilk toplantılarını yapıyordu. Ayaküstü alınan kararlarla ilk tayinler yapılıyordu. Hukukî meseleleri danışmak için getirilen Yargıtay ve Danıştay başkanları da orada hazır bulunuyordu.

İhtilali radyodan duyan yüzlerce CHP'li ve pek çok subay, İnönü'nün Ankara'daki Ayten Sokak'taki evinin önünde kutlama yapıyordu! Kalabalığın İnönü'nün evinin önünde toplandığını öğrenen Türkeş, bildiriden hemen sonra bir tabur askerle oraya geçti. İçeri girip İnönü'nün elini öptü. İhtilal ile ilgili kısaca bilgi verdi, sonra sarılıp ayrıldılar. İhtilalin ikinci günü ise bu kez Cemal Gürsel, İnönü'ye telefon edip, "Ne isterseniz, ne zaman isterseniz emrinizdeyiz." diyecekti. İnönü de Gürsel'e, "Büyük bir iş yaptınız. Başarınıza yardımcı olmak için asıl ben sizin emrinizde olacağım." şeklinde cevap verecekti.

CELAL BAYAR, SİLAHINI ÇEKİYOR

Önce Çankaya Köşkü'nde ikamet eden Cumhurbaşkanı Celal Bayar tutuklandı. Darbenin olduğunu, gelen telefonlardan duyan Bayar, giyinip salonda beklemeye başlamıştı. Bayar'ı tutuklama görevi verilen Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı Komutanı Albay Osman Köksal, Bayar'ın ihtilali öğrendiğini anlayınca karargâhtan yardım istedi. Orgeneral Cemal Madanoğlu'nun talimatıyla Orgeneral Cevdet Sunay başkanlığındaki bir üst düzey subay hemen Köşk'e geldi. Bayar'dan istifa etmesi istendi. Bayar, ölse de istifa etmeyeceğini bildirdi, "Millet iradesi ile geldim, millet iradesi ile giderim. Siz kim oluyorsunuz? Hiçbir kuvvet beni buradan alamaz." diyen Bayar, elindeki silahı askerlere doğrulttu. Sonra silahı kendisine çevirdi. Askerler, silahı indirmesi konusunda ısrarlı olunca da daha fazla direnmedi, silahını bırakarak teslim oldu. Sürüklenerek Köşk'ten çıkarılan Bayar, doğruca Harp Okulu'na götürüldü.

MENDERES, KÜTAHYA'DA TUTUKLANIYOR

İhtilali seyahat için gittiği Eskişehir'de haber alan Menderes, hemen yanındakilerle birlikte Kütahya'ya doğru yola çıktı. Menderes'i tutuklamak için gelen askerî heyet, Menderes'in Kütahya'ya gittiğini öğrenince onu takibe başladı. Menderes, Kütahya yolunda havadan jetlerle de takip ediliyordu. Doğruca valilik binasına geçen Menderes, burada direnmek arzusundaydı; ancak etrafının sarıldığını anlayınca daha fazla ısrarcı olmadı ve sabah 8 sularında tutuklandı. Menderes de diğer tutuklular gibi Ankara'daki Harp Okulu'nun nezarethanesine konuldu. Birkaç gün içerisinde bütün tutuklular Yassıada'ya nakledildi.

İHTİLALCİLER İLK GÜN BİRBİRİNE DÜŞTÜ

Cemal Madanoğlu, ihtilalden sonra DP muhalifi Yargıtay, Danıştay ve Askeri Temyiz üyeleri ile profesörlerden oluşan bir Meclis kurma ve hemen bir anayasa yapma niyetindeydi. Bu göreve getirilecek profesörler 27 Mayıs'tan önce belirlenmişti. Sıddık Sami Onar, Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Tarık Zafer Tunaya, İsmet Giritli, Muammer Raşit Sevig, Naci Şensoy, Hüseyin Nail Kubalı ve Ragıp Sarıca ihtilal sabahı alelacele Ankara'ya çağrıldı. İhtilal karargâhının nakledilmiş olduğu Genelkurmay Başkanlığı'nda hocaları, Madanoğlu karşıladı. Askeri Şûra Salonu'nda yapılan toplantıda Prof'lar ihtilali övüyordu. Velidedeoğlu, Madanoğlu'na tek bir soru sordu: "Bir Nasır rejimine doğru mu gidiyoruz?". Bu soruya askerler 'hayır' cevabı verdi. Toplantı, ihtilalin meşruiyetini hukukî yönden açıklayan bir bildiriyle sona erdi. Hüseyin Nail Kubalı, toplantıdan sonra İsmet İnönü'nün evine gitti. İnönü, hareketin hayırlı olduğunu söylüyordu.

Sıra Bakanlar Kurulu'nun oluşturulmasına gelmişti. İhtilalin ilk günü MBK'nın başına geçen Cemal Gürsel başkanlığında bir toplantı yapılarak kabine oluşturuldu. Madanoğlu, "kabinede sadece askerler olmasın, siviller de olsun" istiyordu. Buna ekseriyet karşı çıkınca yumruğunu masaya vurdu ve "Yemininizi ne çabuk unuttunuz?" dedi. MBK Başkanı Cemal Gürsel, Başbakanlık ve Milli Savunma Bakanlığı'nı alıyordu. Birkaç bakanlığın da sivillere verilmesi benimsendi. Liste kesinleştikten sonra Gürsel, seçilenleri birer birer arayıp getirildikleri bakanlıkları söyledi.

Atamalardaki ilginç olay Dışişleri Bakanlığı'nda yaşandı. Radyodan iki kez Fahri Korutürk'ün ismi okunmuştu, adını duyan Korutürk, bakan olmak istemediğini nazik bir dille iletti. Gürsel'in bütün ısrarlarına rağmen de kabul etmedi. Şimdi nasıl olacaktı? Hiçbir şey olmamış gibi davranılmasına karar verildi. Radyodan üçüncü kez okunan Bakanlar Kurulu listesinde dışişleri bakanı olarak bu kez Salim Sarper'in adı vardı. Zaten kimsenin bir şey soracak cesareti de yoktu!

İdamlar için önce yasa değiştirildi

-İhtilalden hemen sonra kurulan 38 kişilik Milli Birlik Komitesi (MBK) üyelerinin kimlikleri 27 Mayıs'tan 17 gün sonra açıklandı. Geçici bir maddeyle TBMM'nin görev ve yetkileri MBK'ya devredildi. MBK, hemen 1924 Anayasa'nın önemli maddelerinde değişikliklere gitti. 105 maddelik Anayasa'nın yarıya yakınını değiştirdi. Cumhurbaşkanı'nın yargılanmasının yolunu açtı. TCK'nın 65 yaşını geçenlerin idam edilemeyeceği hükmü yürürlükten kaldırıldı. Bu Celal Bayar'ın idamına hazırlıktı. Geçici anayasa 12 Haziran'da yapılmıştı ama 27 Mayıs 1960'ta yürürlüğe girmiş gibi kabul gördü. Hukukta sonradan yürürlüğe giren bir kanun önceki olayları kapsayamaz ilkesi çiğnendi.

Karardan aylar önce idam sehpaları hazırlandı

Yassıada duruşmalarının başlamasından birkaç ay sonra da idamların yapılacağı İmralı Adası'nda hazırlıklar başladı. Hatta görgü tanıklarının ifadesine göre idam sehpaları, idam cezalarından birkaç önce kurulmuştu bile...

MBK üyelerinin adlarının açıklandığı gün özel bir madde ile Menderes ve arkadaşları için idam kararı verecek olan Yüksek Adalet Divanı kuruldu. Bu arada Heybeliada'daki bir otel hakimler için kiralanıp, lojman haline getirildi. Ve bu bölgeye giriş ve çıkışlar yasaklandı.

Menderes: Doğrusunu izah edeyim Hakim: Gerek yok

Demokrat Partililerin yargılandığı ilk dava "Anayasa'yı ihlal davası"ydı. Bu davada Celal Bayar, Adnan Menderes, Refik Koraltan, Fatin Rüştü Zorlu, Hasan Polatkan başta olmak üzere 400'ün üzerinde sanık yargılandı. Adnan Menderes, diktatörlükle suçlanıyordu. Anayasa'yı ihlal davası, daha sonra birleştirilen Topkapı olayları, Ankara olayları, Kayseri olayları, 6-7 Eylül olayları, "örtülü ödenek davası", Gedikli olayları gibi davaların çatısını oluşturmuştu. Ancak buradaki asıl suçlama Adnan Menderes'in İsmet İnönü'yü öldürmek istemesi iddiaları üzerine kurulmuştu. Bu durum açık bir şekilde dile getirilmese de suçlamalar dönüp dolaşıp "İnönü'yü öldürecekmişsiniz"e gelip dayanıyordu.

DP hükümeti, yaşanan olaylardan sonra seçimi düşünmeye başlamıştı. Ancak yeni bir seçimde de CHP'nin iktidara gelmesi zor gözüküyordu. Bunu bilen İsmet İnönü, epey hırçınlaşmış ve işi Meclis kürsüsünden darbe çağrısı yapmaya kadar vardırmıştı. 27 Nisan'da Meclis'teki olaylı bir oturumun ardından İsmet İnönü, "Bu yolda devam ederseniz sizi ben bile kurtaramam!" demişti. İnönü'nün, bu sözleriyle neyi kastettiği ancak 27 Mayıs sabahı anlaşılacaktı. Menderes, tam da bugünlerde "Allah, her iktidarı yürüdüğü yolda İnönü ve partisi kadar korkunç bir rakiple karşılaşmaktan korusun." diyecekti.

Ankara ve İstanbul'da üniversite öğrencileri olayları protesto yürüyüşleri düzenliyordu. Öğrenciler, Yeniçeriler gibi "Başbakan'ın başını isteriz" sloganları atıyordu. Harbiyeliler de Ankara'da yürüyüşe geçmişti. Yine Çankaya Köşkü'ne kadar yürümenin hazırlıkları yapılıyordu. Buna engel olunmasını isteyen Başkomutan Celal Bayar ise mahkemede 'komitacılık' yapmakla suçlanmıştı. Bu olaylar duruşmada da gündeme gelince Hakim Başol , Bayar'a manidar bir cevap vermişti: "Hürriyet istiyorlardı, o yüzden nümayiş yaptılar..."

Duruşma nihayet başlamıştı; Menderes, kısa bir girişten sonra kendisine yöneltilen suçlamalara cevap vermeye çalışıyordu. Ancak nezaket ve mütevazılığından yine taviz vermiyordu. Ezikti, en çok haklı olduğu konularda bile suçlamalara nazikçe cevap veriyor, hakimin azarlamaları karşısında çoğu zaman sessiz kalmayı tercih ediyordu. Savcının suçlamalarına ise "Efendim, doğrusunu izah edeyim." diyerek başladığı sözleri, sık sık hakim tarafından kesiliyordu.

Menderes'in konuşması, içinde bulunduğu ruh halini çok iyi yansıtıyordu: "Anayasa'yı ihlal adıyla anılan bu davanın aslı ve esas mahiyeti yüksek malumları olduğu üzere siyasidir... İsnat ettiğiniz fiiller aklımızdan geçmemiştir. Her zaman serbest seçimle milli iradeye istinaden memleketi yönettik... Büyük hakimlerim! Davaların bu son derece hususi karakterini belirtmek maksadıyla arz ve ilave edeyim ki; Anayasa'yı ihlal adıyla ne de bu kavramı ve mahiyette bir dava siyasi tarihimizde mevcut değildir. Sadece bu gerçek bile bazı sualleri akla getirmektedir. 1950'ye kadar acaba anayasa mı yoktu? Ya da bu Anayasa'yı ihlal mahiyetinde kanunlar, hareketler memlekette mevcut mu değildi? Anayasa elbette mevcuttu ve bunun yanında 'Tek Parti' idaresi uzun müddet ülkeyi yönetti. Ama niçin ihlal davası görülmedi..."

Menderes, uzun uzun savunma yaptı. Her soruyu, her iddiayı; dilinin döndüğünce cevaplandırıyordu. Başol, sürekli Menderes'in sözünü kesiyor, kabaca müdahalelerde bulunuyordu. Menderes, oldukça masum ve mahzun görünüyordu. Menderes'in kibar ve ricacı tutumunun nedeni ise adalete olan inancıydı. Hakimlerin vicdanına güveniyor; her savunmasını, "Bunları yazılı olarak yüce heyetinize sunacağım." diyerek bitiriyordu. Ama davanın son günü olan 15 Eylül 1961'de açıklanan kararlarda adalet yoktu...

Hakim: Konuya gir! Menderes: Hangi konuya beyefendi?

CHP lideri İsmet İnönü, partisinin il kongresine katılmak için 2 Nisan 1960'ta trenle Kayseri'ye hareket etti. Kayseri'de 15 bin kişi İnönü'yü karşılamak için hazır bekliyordu. Güvenlik tedbirlerinin yeterli olmadığını gören Kayseri Valiliği, İnönü'nün trenini Himmetdede'de durdurdu. Kendisinin şehre girmemesini ya da gerekli önlemler alındıktan sonra girmesini istedi. İnönü, valiliğin bu tedbirine çok sert bir şekilde karşılık verdi ve yoluna devam etti. İşte bu olay Yassıada'da iddianameye İnönü ve arkadaşlarının seyahat özgürlüğünü kısıtlamak ve böylece anayasal suç işlemek olarak girdi. Celal Bayar, Adnan Menderes, Kayseri milletvekilleri ve Kayseri Valisi Ahmet Kınık, sanık olarak yargılandı. Başsavcı Egesel, Bayar ve Menderes'in de aralarında bulunduğu sanıklar için ölüm cezası istedi.

Kayseri olayları sırasında İstanbul'da bulunduğunu, hasta olduğunu söyleyen Menderes, herhangi bir olay çıkmaması için idarenin bazı tedbirler aldığını, konuyla ilgili derinlikli olarak malumat sahibi olmadığını belirtiyordu. Duruşmada, Hakim Başol ile Menderes arasında şöyle bir konuşma geçiyor.

Hakim Salim Başol: İzahlarınız birbirini tutmuyor (Menderes'i azarlıyor), her anlatışta başka türlü oluyor!

Menderes: Beyefendi... (Sözü kesiliyor)

Hakim Salim Başol: Mesele nedir? İnönü, Kayseri'ye kimin emriyle sokulmadı, treni Himmetdede'de kimin emri ile durduruldu? Mesele bu! Muayyen konulara girin... Dahiliye vekili de sizin adınıza hareket ediyor. (Yine azarlıyor...)

Menderes: Beyefendi, bu böyle telakki edilemez. Himmetdede'nin istasyon olduğu ve orada durdurulması gerektiğini... (Yine sözü kesiliyor.)

Hakim Salim Başol: Biraz müsaade buyurun... Diyorsunuz ki Himmetdede'nin istasyon olduğunu bilmiyorum diyorsunuz. Konuyla ilgim yok demeye getiriyorsunuz... Himmetdede'nin istasyon olduğunu bilseniz ne çıkar bilmeseniz, ne çıkar!

Menderes: Dahiliye vekili diyor ki bir müddet tevakkuf ile toplantı ve gösteri kanununca bir tedbir alacağız. Ben de 'alın' diyorum. Himmetdede'de trenin durdurulduğunu bilmiyorum... Bunun için de emir vermiş değilim. (Yine sözü kesiliyor.)

Hakim Salim Başol: Emir verilmiş... Treni durdurmadan nasıl tedbir alacaksınız?

Menderes: Sokulmaması için katiyen bir emir verilmiş değil... Ben zaten trenle gidildiğini de bilmiyorum... Durdurulduğunu duyunca istiğrabla karşıladım...

Hakim Salim Başol: Bugünkü Ahmet Kınık'ın ifadelerini kabul etmiyor musunuz?

Menderes: Ahmet Kınık, kendisine göre olan tarafı anlatıyor... Dahiliye vekilinden mi almış emri, Medeni Berk'ten mi almış emri?..

Hakim Salim Başol: Başvekil'den aldım emri diyor... Evvela Başvekil'den diyor. Başvekil diyor...

Menderes: Ben öyle bir emir vermedim... Kabul etmiyorum böyle bir şeyi...

Hakim Salim Başol: (Yüksekçe bir sesle) Başka noktalara gelmiyorsunuz...

Menderes: Emredin beyefendi hangi noktalara gelmiyorum...

Hakim Salim Başol: Ahmet Kınık'a ne diyorsunuz?

Menderes: Ahmet Kınık biraz karıştırmaktadır. Belki bu karıştırmada da haklıdır. 24 saat içinde birçok yerden telefon almış, birçok yerlerden emir aldığı için .................. (konuşma kesiliyor) karıştırabilir...

Hakim Salim Başol: Sizin emriniz olmasa treni kim durdurabilir?..

Hakime göre Ankara'da yürüyüş yapan subaylar iyi çocuklarmış

2 Aralık 1960 tarihinde başlayan 'Topkapı olayları davası'nda Celal Bayar, Adnan Menderes, Kemal Aygün, Ethem Yetkiner başta olmak üzere 60 sanık yargılanıyordu. Başsavcı, İsmet İnönü'yü İstanbul Topkapı'da öldürmek için büyük bir hazırlık yapıldığını, bunun için de adam tutulduğunu ve toplanan bu insanların ellerine sopalar tutuşturulduğunu iddia ediyordu.

Duruşmalarda Hakim Salim Başol, hürriyet mücadelesi veren üniversite gençliğine neden mani olunduğunu soruyor, belki de ağzından kaçırarak şöyle diyordu: "Çocuklar bir şey uğruna canla başla çalışıyorlar." Aslında Başol'un 'bir şey uğruna' dediği şey darbenin ön hazırlığıydı.

İhtilalden sonra MBK başkanlığına getirilecek olan dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Cemal Gürsel, 27 Mayıs darbesinden birkaç hafta önce Milli Savunma Bakanı Ethem Menderes'e bir mektup vermişti. Ethem Menderes, bu mektuptan Başbakan'a ayak üstü bahsetmiş, ayrıntısına girmemişti. Darbeden sonra Resmi Gazete'de yayımlanan bu mektupta Başbakan Adnan Menderes, ülkedeki gelişmelerle ilgili olarak uyarılıyor; Celal Bayar'ın cumhurbaşkanlığından ayrılması isteniyordu. Mektubun orijinalindeki "Cumhurbaşkanı Adnan Menderes olmalı" kısmı sansürlenerek yayımlanmıştı.

'MEKTUBU GÖRSEYDİN, ÇOK MÜHİMMİŞ'

Yassıada duruşmalarında ne savcı ne de hakim, bu mektuptan söz açmak istedi. Bir ara söz açıldı, sadece o zaman da Hakim Başol, mektuptaki Adnan Menderes'i öven kısımları okumadı bile... Mektubun içeriğinden ilk kez burada haberdar olan Menderes, hakimi hayretler içerisinde dinliyordu. Başol, "Yazık, bunu yazan daha o vakit üç silahlı kuvvetlerden birinin başıydı. Bence tek başına yazılacak bir şey de değil. Çünkü gayet mühim ve tehlikeli." diyerek, Adnan Menderes'e dönüp şu soruyu yöneltti: "Peki siz bu mektup hakkında ne muamele yaptınız?"

Menderes: Bu mektubu şimdi dinliyorum beyefendi.

Hakim Başol: Hiç göstermedi mi?

Menderes: Hayır beyefendi. Yalnız Gürsel Paşa'dan bir mektup aldığını söyledi... Bu metni aynen görmüş olsaydım...

Başol, mektup olayını hızlıca geçiştirme niyetindeydi; ama yeri gelmişken Menderes'e dokundurmadan da edemedi: "Mektubu neden dikkate almadınız? O vakit lüzum hissetmemişsiniz, şimdi hayati olduğu anlaşılıyor."

Sıra iddianameye gelmişti... Savcının suçlamaları aslında bütün bir Yassıada duruşmalarındaki iddianamelerin özeti gibiydi. Asıl amaç şu cümlelerde ortaya çıkıyordu. Celal Bayar ve Adnan Menderes, İsmet İnönü'yü öldürmekle suçlanıyor ve toplam 12 sanık hakkında idam talep ediliyordu: "Sanık Celal Bayar ve Adnan Menderes, Tek Parti diktatörlüğünü gerçekleştirmek amacıyla ve muhalefetin görevini yapamaması yolunda yıllardır tatbik eyledikleri kanun, karar ve fiillere ilaveten, bu partinin mevcudiyetinin en önemli unsuru olarak gördükleri İnönü'yü öldürerek muhalefetin başını koparmak yollarını aradıkları, bu istikamette politikalarıyla anayasa dışına çıktıkları... Bu politikalarını da Topkapı'da uygulamaya koyduklarını görüyoruz..."

Hakİm'den Bayar'a: Elini cebinden çıkar

Topkapı Olayları ile ilgili Kemal Aygün'den sonra Hakim Başol, "Sanık Celal Bayar, Kemal Aygün'ün size bir müracaatı oldu mu?" şeklinde bir soruyla Celal Bayar'a söz verdi. Celal Bayar, aynı konuyu Yüksek Soruşturma Kurulu'nda da sorduklarını, bir müracaatı hatırlamadığını söyledi. Hakim Başol, Bayar'ın bu sözlerine sinirlenmişti. Bunu da hemen bir azarlamayla gösterdi.

- Elinizi cebinizden çıkarın!

Bayar: İnönü'yü himaye ettim. Hakim: İnönü'nün himayenize ihtiyacı yok

Mahkeme Başkanı Salim Başol ile eski Cumhurbaşkanı Celal Bayar arasındaki sert tartışmaların en ciddisi İsmet İnönü konusunda yaşanıyordu.

Ancak bu kez tartışmanın konusu ilginçti. Bayar, "İnönü'ye husumetim olmadı, hatta onu himaye ettim." deyince Başol, çok sinirlendi! "İnönü'yü ne zaman himaye ettiniz? İnönü, sizin himayenize muhtaç bir duruma düşmemiştir. Muhalefete düştüğü zaman da sözünü sakınmamış ama nezih olmayan tek kelime ağzından çıkmamıştır. Mücadelenin parlak bir numunesini vermiştir. Himaye ettim fazla..." diyerek, yine İnönü'yü savunmaya başladı. Başol'un İnönü'yü korumakla kalmayıp onu yücelten bu sözlerinden sonra salonda büyük bir alkış koptu. Hakimden azar işiten Bayar, bu alkış üzerine savunmasını yarıda kesmek zorunda kaldı.

Menderes: 4-5 ay kimse ile tek bir kelime konuşmadım

Anayasa'yı ihlal davasında Hakim Başol, "Ethem oğlu Menderes" diyerek Adnan Menderes'i çağırdı. Tutuklandıktan beş ay sonra kendisini savunma fırsatı bulan Adnan Menderes, konuşmasını yapmak üzere sanıklara ayrılan yere doğru yöneldi, başta mahkeme heyeti olmak üzere soruşturma kurulu üyelerini nezaketle selamladı.

"Pek muhterem Başkan ve Yüce Divan, muhterem yüksek iddia makamı... Müdafaamda tekrarlar, hatalar ve dil sürçmeleri olursa mazur görmenizi son derece istirham ederim..." diyerek gayet nazikçe bir cümleyle sözlerine başlayan Menderes'i dinleyen mahkeme heyeti, sanki biraz şaşırmış gibiydi. Menderes, konuşmasını şöyle sürdürüyordu: "Dört-beş aydan beri tamamıyla tecrit vaziyetinde bulunuyorum. Ve tek bir odanın içinde ve günün 24 saatinde her saat değişen bir nöbetçi subayın nezareti altında hiç kimse ile konuşmak imkânı mevcut olmamak şartı ile yaşıyorum. Bu itibarla konuşma takatim hakikaten zaafa uğramış bulunuyor... Arzum şudur ki; bana imkân verecek, moralimi ve ashabımı, rahatsızlığımı düzeltecek bir rejimin tatbikini, yani nöbetçi subay bey ile bir kelime dahi konuşmaya mezun değilim... Hiç kimseyle konuşmamak ve 24 saat karşı karşıya bulunmak tahammül edilemez bir şeydir..."

50 yıl sonra ortaya çıkan fotoğraflar, bu katliamın belgeleri... Dünyanın hiçbir mahkemesinde görülemeyecek bir manzara Yassıada'da oluşturulmuş. Salonun ortasında Ada Komutanı Albay Tarık Güryay oturuyor. Bir tarafında sanık ve tanıklar, diğer tarafında hâkim var. İstemediği her ifadeye, her karara müdahale ediyor.



27 Mayıs darbesinin üzerinden 50 yıl geçti. Başbakan Adnan Menderes ile bakanları Hasan Polatkan ve Fatin Rüştü Zorlu'nun idamının acısı hâlâ tazeliğini koruyor. Mahkeme sonucunun davanın başında belirlendiği, Yassıada'da yapılanın bir yargılama değil, suçu örtme girişimi olduğu bugüne kadar çeşitli delillerle ispatlandı.


Darbenin 50. yıldönümünde Zaman'ın ortaya çıkardığı fotoğraf ve görüntüler de, yaşanan hukuk katliamını gözler önüne seriyor. Sanıklar, avukatlar, tanıklar ve mahkeme heyetinden oluşan olağan duruşma fotoğraflarına Yassıada'da komutan kürsüsü de eklenmiş.


Hakim ve savcılar, Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve Başbakan Menderes ile arkadaşlarını hakaretler altında yargılarken, salonun ortasında Yassıada Komutanı Albay Tarık Güryay oturuyor. Bir tarafında sanık ve tanıklar, diğer tarafında mahkeme heyeti duruyor. Arkasında iki nöbetçi subay hazırolda bekliyor. Binlerce saatlik ses kayıtları ve görüntülerde, Güryay'ın mahkemeye sürekli müdahale ettiği açıkça görülüyor. Avukatlardan, yargılanan isimlere kadar herkese karışıyor. İstemediği her ifadeye ve karara karşı çıkıyor. Teoman Koman ve Akay Şakman da Güryay'ın 'sağ ve sol kolu' diye tanımlanıyor. Mahkemedeki bu askerî görüntüyü ise, bütün duruşmaları izleyen Milli Birlik Komitesi'nin iki üyesi tamamlıyor.


Adnan Menderes'i önce gönüllerden silmek istediler


Yassıada yargılamalarında Bebek ve Köpek davaları ilk sıralara alınmıştı. Cunta mahkemesinin heyeti, Başbakan Menderes'i 'Bebek Davası'; Cumhurbaşkanı Celal Bayar'ı ise 'Köpek Davası ile milletin nezdinde küçük düşürmek istiyordu. Menderes, Ayhan Aydan'dan olan çocuğunu doğar doğmaz öldürmekle suçlanıyordu. İddianame, baştan sona psikolojik harp mantığıyla hazırlanmıştı. Amaç, idamlar öncesi halkın Menderes'e olan teveccühünü yıkmaktı. Dava süreci radyoda 'Yassıada Saati' başlığı altında halkı yönlendirmek için kullanılmıştı.


Bebek Davası olarak tarihe geçen davada eski Başbakan Adnan Menderes ile opera sanatçısı Ayhan Aydan yargılanıyordu. Menderes, Ayhan Aydan'dan olan çocuğunu doğar doğmaz öldürmekle suçlanıyordu. Aslında bu davayla Ayhan Aydan ile gayri meşru ilişkisiyle gündeme gelen Menderes'in halkın gözünde küçük düşürülmesi amaçlanıyordu. İddianame, baştan sona psikolojik harp mantığıyla hazırlanmıştı. Gazeteler ve radyoların bu konuyla alakalı haberleri de bu mantıkla hazırlanıyordu. Radyoda 'Yassıada Saati'nde davayı anlatan spiker bile hislerine hakim olamıyor, tarafgir davranıyordu: "Masum halkımızın oylarını çalıp, türlü türlü entrikalar çevirerek başa geçen düşüklerin elebaşılarının milletin parasıyla safa sürdüğü devirlerde ne gibi süfli işlerle uğraştıkları bir kez daha görüldü..."


Hâkim ve savcının Menderes'e karşı tutumu son derece sert ve katıydı. Savcı, eski Başbakan'a ağır hakaretlerde bulunuyor, hâkim alaycı ifadeler kullanıyordu. Davanın gidişatından memnun olmayan Savcı, "Muhterem heyet, size yeni deliller sunacağım." diyerek; hukuk tarihine geçecek bir skandala imza atıyordu: "İnkılabı müteakip memleketin en güzide hâkimlerinden oluşan bir heyet Başvekalet'teki evrakların tedkiki ile görevlendirilmişti. Kasalar birer birer açıldı. 10 senelik icraatın rüsubu olan bu evraklar incelendi. Ancak bunlardan bir tek kasayı açmakta bu heyet tereddüt etti. 'Tarihî evraklar bulunur' levhasından dolayı... Bu kasadan ne mühim devlet sırları çıkacaktı! Kasa açıldı ve memleketi cennete çevirecek plan ve projeler bulunabilirdi! Kasadan Adnan Menderes imzalı bir zarf çıktı... Kim bilir bu yumuşak zarfta neler vardı? Acaba neler olabilirdi? 'Belki Atatürk'e ait bir hatıra var mıydı?' diye düşünüldü! Bu heyecanla zarf elden ele dolaştırıldı ve içinden çıkanlar heyetin tüylerini diken diken etti..." Savcı, Menderes'in kasasından çıktığını iddia ettiği kadın iç çamaşırlarını mahkeme heyetine göstermekle kalmıyor, eline alıp salonda bulunan herkesin göreceği şekilde sallıyordu. İşte bu sırada Menderes'e karşı bir 'Yuh' sesleri yükseliyordu. Böylece, Menderes gözden düşürülmeye çalışılıyor; idamlara giden yolda önemli bir psikolojik eşik aşılıyordu.


Savcıdan Menderes'e itham: Eyüpsultan'a abdestsiz gidiyorsun


Savcının yıldırma amaçlı 'iç çamaşırı' iftirasından sonra Menderes'in avukatı Burhan Apaydın söz aldı: "Sayın Menderes, beğenirsiniz beğenmezsiniz, bu memlekette 10 yıl başvekillik yaptı. 'Yere düşmekle cevher, sâkıt olmaz kadr-ü kıymetten' diyerek yerine geçti... Savcı bu söze sinirlendi. Avukat Apaydın'ı, Menderes ile ortak olmakla hatta birlikte çapkınlık yapmakla suçladı.


Menderes, şaşkındı, bitkindi. Ne olup bittiğini anlayamayacak kadar da çaresizdi. Korkmuştu belki! Kısa ve öz konuştu: "Böyle bir şey ile uzaktan yakından hiçbir ilgim yoktur. Ben çocuğun şehadetiyle ilgili suçlamayı soruşturma kurulunda öğrendim." Savcı kabalaştıkça kabalaşıyordu. Menderes'e akıl almaz iftiralarda bulunuyordu. Bu iftiralardan biri de abdestsiz olarak Eyüpsultan'a gitmesiydi. Savcıya göre Menderes'in Eyüpsultan'a gitme amacı Kadir Gecesi'nde cemaatin arasında görünmekti. Hatta savcı daha ileri gidiyor, Menderes'in Yassıada'da abdestsiz olarak Kur'an-ı Kerim okuduğunu iddia ediyordu.


Ayhan Aydan: Menderes'i çok sevdim


-Savcıdan sonra hamle sırası Hâkim Başol'daydı. "Ayhan Aydan zamanın başbakanı ile münasebet kurmaktan çekinmemiş, bunu iftihar ederek yaymıştır." diyerek Menderes'i, Ayhan Aydan aleyhine ifade vermeye zorluyordu. Menderes, "Muhterem Reis Bey, beni mazur görün ama ben bunlardan malumat sahibi değilim." diyerek cevap veriyordu. Cevaptan memnun olmayan Mahkeme Başkanı, Menderes'e karşı sesini yükseltip sözünü kesiyordu. Başol'un ikinci sorusu geliyordu: "Resmi arabalar, metresler için tahsis edilip evin önünde bekliyordu. Bu nasıl iş?" diyerek alay ediyordu. Hâkimin hakaretlerinden Ayhan Hanım'ın doktoru Fahri Atabey de nasibini alıyordu. Fahri Bey'den Menderes'i zor durumda bırakacak ifadeleri alamayacağını anlayan Başol, Atabey'e patladı: "Palas pandıras buraya gelmişsin konuş bakalım."


Menderes'e oynanan bu oyunda ihtilalciler, bütün umutlarını Ayhan Aydan'a bağlamıştı. Kürsüye Ayhan Aydan çağrıldı. Nihayet Ayhan Hanım, şahit sıfatıyla hâkimin karşısındaydı. Hâkim Başol, dalga geçer gibi sorguya başladı: "Sanık Menderes evli, bunu siz de biliyorsunuz. Bunu bildiğiniz halde onunla münasebet kurmuşsunuz." Ayhan Aydan, gayet sakindi, nezaketini elden bırakmadan kendini savundu: "Adnan Menderes'i 1951'de tanıdım. Kendisini çok sevdim. Çocuğu da çok seviyordum. Bütün emelim, ondan bir çocuk sahibi olmaktı. Sağlığıma çok dikkat etmeme rağmen bunda muvaffak olamadım... Maalesef 8 aylık iken bir sancı hissettim. Geceden kanamalarım başlamıştı. Adnan Menderes'e ulaşamadım. Yaveriyle görüştüm. Doktor Fahri Atabey'i aradım. Ama ona ulaşamadım. Doğum gelmişti. Doğumu yaptım, ama çocuk doğum sırasında eceliyle öldü."


Hâkim Başol, Ayhan Hanım'ın bu ifadesinden hiç memnun kalmamıştı. Kaba ve alaycı tavrını 'Ayhan' diyerek ona karşı sürdürüyordu. Hatta bir kadına söylenmeyecek ifadeler kullanıyordu. Ayhan Aydan daha fazla dayanamadı. Eliyle Menderes'i göstererek herkese unutamayacakları bir ders verdi: "İşte halini görüyorsunuz. Ne kadar yükün altında eziliyor. Onu kurtarmak için böyle konuştuğumu sanıyorsanız, benim sözlerim ne ifade eder? Hayır, onu kurtaracak ben mi kaldım!"


Salondan yine büyük bir gürültü koptu, seyirciler gülüşüyordu. Ayhan Aydan buna aldırış bile etmeden yerine geçip oturdu. O sırada Menderes ile göz göze gelmişti. Aydan'ın savunması belli ki Menderes'i rahatlatmıştı. Geçtiğimiz yıl hayatını kaybeden Aydan, ölene kadar bu konu hakkında hiç konuşmadı.


HÂKİM BAŞOL MENDERES'i AZARLIYOR: KÖŞKTE OTURMA BARAKADA OTUR!


-'Örtülü Ödenek Davası'nın sanıkları eski Başbakan Adnan Menderes ile Başbakanlık Müsteşarı Ahmet Salih Korur idi. Menderes, örtülü ödeneği amacına uygun olarak kullanmamakla suçlanıyordu. Oysa örtülü ödenek harcamalarının kanunla belirlenmiş bir tanımı o gün de bugün de yok(tu) ve harcamalar tamamen başbakanın tasarrufunda(ydı). Örtülü ödeneğin nerelere harcandığına dair bir belge tutma zorunluluğu bulunmadığı gibi, bu harcamalardan başbakanlar da mesul tutulamaz ve yargılanamazdı.


Ancak Menderes, Müsteşarı Korur'dan yapılan bütün harcamaları kaydetmesini istemiş, şahsi harcamalarının kendi banka hesabından karşılanmasını emretmiş, kayıtları da 'bir gün lazım olur' diye Başvekalet Konutu'nun çatısında bir valizde saklamıştı. Hatta eşi Berin Menderes'e "Bunlar çok önemli belgeler. Bunları muhafazada özel önem gösterelim. Eğer belgeler arasında şahsi nitelikli harcamalar varsa tespit eder, geri öderiz." talimatı vermişti. Yaptığı harcamalardan korkan biri, mecburi olmadığı halde bu belgeleri saklamazdı. Oysa Menderes'in emriyle tutulan bu kayıtlar, Yassıada'da önüne konuldu ve aleyhinde delil olarak kullanıldı.


Bu davayı ilginç hale getiren unsurlardan biri de Necip Fazıl Kısakürek, Peyami Safa, Orhan Seyfi Orhon, Burhan Belge, Mithat Perin gibi dönemin ünlü yazar ve gazetecilerinin de şahit olarak dinlenmesiydi. Hatta Necip Fazıl'ın eşi Neslihan Kısakürek de şahitler arasındaydı.


Diğer davalarda olduğu gibi Yüksek Adalet Divanı Başkanı Salim Başol ile Başsavcı Altay Ömer Egesel, bu davada da Menderes'i küçük düşürmek için aşağılayıcı ithamlarda bulunuyordu. Hatta Başbakanlık Konutu'nun mutfağına tavuk tüylerini temizlemek için alınan 'cımbız' bile dava konusu edildi. Birkaç kuruşluk bu cımbız, örtülü ödenek belgelerinin saklandığı bavula nasıl girdi bilinmez ancak bu olay o kadar çok abartıldı ki davanın adı kamuoyunda 'Cımbız Davası' olarak anılmaya başlandı.


Kasadan paraları Türkeş mi aldı?


Örtülü Ödenek Davası'nı başlatan Hakim Başol, daha ilk celsede niyetini açık ediyordu. Ona göre Başbakanlık Konutu olarak kullanılan Camlı Köşk'teki yabancı devlet adamları ve büyükelçilere verilen yemekler israftı ve bunlar örtülü ödenekten karşılanamazdı. Hatta bir adım daha ileri giderek Menderes'e şu aklı veriyordu: "Bir başbakan illa köşkte mi oturmalı? Barakada oturun! Cımbız, köşkte oturmanın icabı mıdır?"


Menderes, savunmasında örtülü ödeneğin şahsi harcamalarda kullanılmadığını, kendisinden önceki CHP'li başbakanların da köşkte oturduğunu ve Başvekalet Konutu'nun temsil masrafları için örtülü ödenekten harcama yaptıklarını söylüyordu. Eğer bu konutların masrafı amme masrafı olarak telakki edilmeyecekse CHP dönemi için de emsal mahkemelerin kurulması gerektiğini savunuyordu.


Örtülü ödenek harcamalarının önemli bir kısmı Milli Emniyet Teşkilatı'na verilmişti. Menderes, teşkilata Amerikalıların hakim olduğunu ve personel maaşlarının da bazı yabancı ülkeler tarafından karşılandığını belirtiyor, bu duruma son vermek için örtülü ödenekten para aktarıldığını belirtiyordu.


Örtülü Ödenek Davası'nın en önemli ayrıntılarından biri de, Alparslan Türkeş ile ilgili olan bölümdü. O gün de bugün de bu olay pek tartışılmamış, mahkemede birçok kez gündeme gelmesine rağmen olayın üzerine gidilmemişti. 27 Mayıs ihtilalinin üst kadrosunda bulunan Albay Alparslan Türkeş, ihtilalden hemen sonra Harp Okulu'nda tutuklu bulunan Müsteşar Ahmet Salih Korur'un yanına giderek ondan kasanın şifresini öğrenmişti. Şifreleri vermek istemeyen ve 'birlikte gidip açalım' diyen Korur'u Türkeş'in dövdüğü de iddialar arasında. Korur'a göre kasada 270 bin dolar ve 250 bin TL vardı. Ancak bu para, kasanın heyet tarafından kırılarak açıldığı 2 Haziran tarihinde kasada bulunamadı. Birkaç gün içinde olan olmuştu. Ya Korur yanılıyordu ya da kasa önceden açılmış ve içerisinden paralar alınmıştı. Örtülü Ödenek Davası'nın yazarı, aynı zamanda Celal Bayar'ın torunu Emine Gürsoy Naskali, darbenin ilk gününden itibaren Başbakanlık Müsteşarlığı görevini üstlenen Türkeş'in 1997'de vefatından sonra İngiltere'de bir bankada ortaya çıkan yüklü miktarda paranın kaynaklarının açıklanamamasını manalı buluyor.


HÂKİM BAŞOL'DAN MENDERES'E: YETER!


Mahkeme Başkanı Başol ile Menderes arasındaki diyaloglar, Menderes'e kendisini savunma imkanı verilmediğini ortaya koyuyor:


Hâkim Başol: Okunan vesikalara göre sırf şahsi masraflar yapılmıştır... Şahsi masraflar yapılabilir mi söyleyiniz?


Menderes: Reis beyefendi... buyurdunuz ki fasıl okunacak cevabı verilecektir. (Menderes, savunmasında iddiaları cevaplandırıyor. Ancak Başol, sözünü kesiyor.)


Hâkim Başol: Kısa ama...


Menderes: Kısa... ...Kanunun 77. maddesi diyor ki örtülü mahiyette olan istihbarat...


Hâkim Başol: Kendinizi zorluyorsunuz, zorlaya zorlaya netice çıkaracaksınız... ...Şimdiye kadar okuduğumuz listedeki masraflar yapılabilir mi?


Menderes: 70 bin liralık masrafın içinde bir cımbız var. Onu da cımbızla bulmuşlar, çıkarmışlar.


Hâkim Başol: Okuduğumuz listedeki..


Menderes: Arz edeyim..


Hâkim Başol: Uzatırsanız sözünüzü keseceğim..


Menderes: Kısa söyleyeceğim.


Hâkim Başol: Hayır yeter!


Başol'dan Menderes'e: Necip Fazıl mı vatansever!


Örtülü Ödenek Davası'nın önemli duruşmalarından biri de Necip Fazıl'ın şahit olarak dinlendiği oturumlardı. İddiaya göre Necip Fazıl'a Büyük Doğu dergisi için 10 yılda 147 bin lira verilmişti. Hâkim Başol, 'gerici ve Atatürk düşmanı birine' bu paranın neden verildiğini soruyor, Adnan Menderes de Necip Fazıl'ın bir vatansever olduğunu, o ve onun gibi farklı görüşlerden yazar ve gazetecilere ödenekten para yardımı yapıldığını söylüyordu. Hâkim Başol ise hayret uyandıracak hatta ihsas-ı rey olarak tarihe geçecek şu cümleyi kuruyordu: "Necip Fazıl mı vatansever!" Sıra şahit olarak Necip Fazıl'ın dinlenmesine gelmişti. Aralarında şöyle bir diyalog yaşandı:


Başkan Başol: Örtülü ödenekten para almışsınız...


Necip Fazıl: Evet aldım. Ne aldığımdan ziyade niçin aldığım mühimdir. Ben örtülü ödenekten methiyeci, kasideci, eski Roma cenazelerinde sahte ağlayıcıları olarak para almadım ve bunlardan hiçbirini yapmadım. 1943'ten 1960'a kadar taştan taşa vurulan, zindandan zindana sürülen mukaddesatçı, milliyetçi, Anadolucu, ahlakçı bir idealin himayesi yolunda para aldım...


Başkan Başol: Bu notları yazmışsınız okuyorsunuz, burada not olarak kelime kelime okuyamazsınız...


Necip Fazıl: İlk gazete olan Takvimi Vakai'den bu yana fikre müstenit bir tek gazete mevcut değildir ki, şu veya bu şekilde hükümetten yardım görmesin.


Başkan Başol: Üniversite gençliği ki süt gibi tertemizdir. Onlar sizi gerici buluyorlar...


Necip Fazıl: Bana gerici diyenler, sesini duyuranlar... Bir de on binlerce genç var ki benim idealime bağlı. Fakat sesini yükseltemiyorlar...


Başkan Başol: Memleket yararına yayın yapan gazetelerin büyük kanaati de memlekete zararlı olduğunuz...


Necip Fazıl: Büyük gazete tiraj ifade eder...


Yassıada komutanı özel kürsüde


Yassıada duruşmalarının akıldan silinmeyen manzaraları kuşkusuz idam fotoğraflarıydı. Ancak bir fotoğraf, mahkemenin nasıl yönlendirildiğini gözler önüne seriyor. Mahkeme başkanı ve hâkimler heyeti, Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve Başbakan Adnan Menderes ile Demokrat Partilileri yargılarken, mahkeme salonunun ortasında, Yassıada Komutanı Albay Tarık Güryay, kendisine ayrılan kürsüde oturuyor. Güryay duruşmalar boyunca yargılamayı izleyerek gerektiğinde müdahale ediyor. Adalet sistemi içinde hiçbir şekilde yer almayacak bu görüntü, duruşma fotoğraflarına da yansımış. Fotoğraflarda Güryay'ın arkasında iki nöbetçi subayın bulunduğu gözleniyor. Salonun her yanında görevli onlarca asker var. Seyircilerin arasında Milli Birlik Komitesi'nden iki üye de davayı sürekli takip ediyor. Yassıada mağduru birçok ismin tanık olduğu üzere Güryay, hem adada yaptığı zulümler hem de mahkeme salonunda avukatlardan yargılanan isimlere kadar herkese müdahale etmesiyle hatırlanıyor. O dönemde Yassıada'da görev yapan Teoman Koman ve Akay Şakman gibi isimler ise Tarık Güryay'ın 'sağ ve sol kolu' diye tanımlanıyor.


Peyami Safa: Dergimde iktidarı öven tek bir yazı yok


-Sıra örtülü ödenekten Türk Düşüncesi Dergisi için para alan yazar Peyami Safa'nın ifadelerine gelmişti. Peyami Safa, şahit sıfatıyla Yassıada'da bulunuyordu. 10 yıl içinde örtülü ödenekten Türk Düşüncesi Dergisi için 49 bin lira yardımda bulunulmuştu.


Başkan Başol, "Neden bu para diğer gazetelere değil de size veriliyor?" diye soruyordu. Peyami Safa, bu soruya şöyle cevap veriyordu: "Bu sualinizin muhatabı ben değilim ama ben olduğumu farz ederek cevap vereyim. Bu, memlekette yüksek aydın sınıfının muhtaç olduğu bir mecmuadır. Memleket hayrına çıkmaktadır."



Hâkim Başol: İddiaya göre DP'yi desteklemek için olacaktır ki örtülü ödenekten bu kadar yüksek bir ödeme yapılmış...


Peyami Safa: Efendim bu mecmuada ben yedi sene bulundum. Bunun tek nüshasında iktidarı öven, müdafaa eden tek bir yazı yoktur.


Hâkim Başol: Yazılarınızla iktidarı destekliyor musunuz?


Peyami Safa: Bilakis en şiddetli hücumları ben yapmışımdır.


Başol: Üniversitelilerin doğru dediği doğrudur


-Örtülü Ödenek Davası duruşmasında, Hâkim Başol ile Bakan Tevfik İleri arasında Necip Fazıl ile ilgili şu diyalog geçiyor:


Hâkim Başol: Tevfik İleri, Necip Fazıl'ın neşriyatının memleket yararına olup olmadığı noktasındaki görüşünüz... ...Üniversite gençliği Necip Fazıl'ın neşriyatını protesto ediyor. Doğru dedikleri doğrudur, yanlış dedikleri yanlıştır...


Tevfik İleri: Muhterem Reis Beyefendi, bu mevzu gayet derin bir mevzudur.


Hâkim Başol: Derin ama gayet basit olarak ifade edilebilir.


Tevfik İleri: İlerilik, gericilik mevzuu bugün olduğu gibi bundan sonra da devam edecek bir münakaşa mevzuudur. ...Benim tavassut ettiğim Necip Fazıl'ın böyle bir neşriyatı yoktu. Daha ziyade çoluk çocuğu ile aç kaldığından kendisine tavassut etmişimdir.


Başkan Başol: Mesela Türkçe ezan için "Tanrı Uludur, Tanrı Uludur" diye okunduğu zaman "Allah işte insanı böyle ulutur" diye ezanın Türkçe okunmasına muhalefet etmiştir.


Tevfik İleri: Yanlış bir şeydir efendim...


İşte Yassıada'nın vefasızları


Adnan Menderes'i Yassıada duruşmaları sırasında belki de en çok yaralayan şey, birkaç yakın arkadaşının ve bürokratının Soruşturma Kurulu'nda ve mahkemede verdiği ifadelerdi.


Bunlar arasında öyle bir isim vardı ki Menderes, duyduğunda yıkıldı. Bu isim Ethem Menderes'ti. Askerlerle iyi bir ilişkisi olan, MBK Başkanı Cemal Gürsel ile dostluğu bulunan Ethem Menderes'in iktidardayken tuttuğu günlüklerde yer alan yakın dostuna ait şahsi notlar, duruşmada Menderes aleyhine delil olarak kullanıldı. Gerçi duruşmalar sırasında hâkim ve savcının kaba ve sert tutumunu gören bazı isimler, bu beyanlarından dolayı sonradan pişman oldu; ancak son pişmanlık fayda etmedi...


Adnan Menderes'in asıl soyadı 'Ertekin' idi. 20 yaşında yetim kalınca bu soyadını Menderes olarak değiştirdi. Öğrencilikleri, askerlikleri birlikte geçen Adnan Menderes, soyadını, sevdiği arkadaşı Ethem'e de verecekti. Menderes, Ethem Bey'i siyasete de taşıyacak ve onu önemli bakanlıklardan biri olan savunma bakanlığına getirecekti. Ethem Menderes, bütün bu iyiliklere, Yassıada duruşmalarında Menderes'i idama götürecek günlüklerindeki iddialarıyla cevap vermişti.


Ethem Menderes'in yazdığı pek çok bilgiyi Menderes, duruşmada yalanlamasına karşılık bu dostunun vefasızlığına bir anlam veremiyordu. Her ne kadar son günlerinde bile, "Ona kırgın değilim." dese de artık onunla konuşmayı, görüşmeyi kesmişti.


Ethem Menderes, birlikte görev yaptıkları 10 yıl boyunca Adnan Menderes'ten birçok şeyi sakladı. Bunlardan biri de onun idam edileceğiyle ilgili karardı. İdam kararlarının açıklandığı gün 15 Eylül 1961'de Menderes, mahkemeye gelecek gücü olmadığı için duruşmaya katılamamıştı. Zaten Menderes'i idam edebilmek için de ilaç takviyesi yapılmıştı. Menderes'in idamından birkaç saat önce doktorla onun yanına giden Ethem Bey, Menderes'e idam kararından bahsetmeden espriler yapıyordu.


Menderes'i zor durumda bırakan hatıra sahiplerinden biri de Menderes'in bakanlarından Şem'i Ergin idi. Menderes, son savunmasında eski bakanı ve hatıra defteri tutanlarla ilgili birkaç cümle ilave etmişti. Menderes, 'insanların özelini, gizlisini, kendilerine göre yazıp çizmenin ne yazık ki bir huy meselesi olduğunu' söylüyordu.


Meclis Başkanı Refik Koraltan'ın hatıra defteri de eski Cumhurbaşkanı Celal Bayar ile ilgili iddiaların delilleri arasına girmişti. Bayar, Koraltan'ı ömrünün kalan kısmında hiç affetmedi.


Menderes'i en çok zor durumda bırakan bürokrat ise hiç şüphesiz Kayseri Valisi Ahmet Kınık oldu. Kayseri olayları dolayısıyla sanık olarak ifadesine başvurulan Kınık, ilk ifadesinde Menderes'in olaylardan bilgisi olmadığını savunurken, sonraki ifadesinde Menderes'in dahli olduğunu savunuyordu. Menderes'in bu olayla ilgili sözleri ise tarihe geçecek nitelikteydi: "Sayın Kınık 24 saat içinde kiminle görüştü, nerelerden telefon aldı ki böyle ifade değiştirdi?.."


Bilinçli ya da bilinçsiz Menderes'i zor durumda bırakan ifade sahiplerinden biri de Başbakanlık Müsteşarı Ahmet Salih Korur oldu. Korur'un özellikle 'Örtülü Ödenek Davası'ndaki değişken ifadeleri ve kendisine emanet edilen örtülü ödeneği harcarkenki tutumu Menderes'i zor durumda bıraktı.


Menderes'i hayal kırıklığına uğratanlar arasında ilginç bir sima daha vardı. O da Fuat Köprülü'ydü. Celâl Bayar, Adnan Menderes ve Refik Koraltan ile birlikte Demokrat Parti'yi kuran Köprülü, 1950'de DP'nin seçimi kazanmasıyla dışişleri bakanı oldu. 1956'ya kadar bu görevde kaldı. 1957'de Menderes ve arkadaşlarıyla derin bir görüş ayrılığına düşünce DP'den istifa etti. Köprülü, görevde olduğu sırada meydana gelen 6-7 Eylül davasında önce tanık olarak ifade verdi. "Bu isimlerin arasında olmaktan utanıyorum!" diyen Köprülü, daha sonra sanık olarak da ifadesine başvurulması icap edince tanık olarak verdiği ilk ifadesinin büyük bir kısmını değiştirdi.


'6-7 Eylül Davası' Yunan mahkemesinin kararı doğrultusunda görüldü


Yassıada'da görülen davalardan biri de '6-7 Eylül Olayları Davası'ydı. Bilindiği gibi Türkiye, Kıbrıs ile ilgili inisiyatifi ele almaya başladığı ve Londra'da müzakerelere katıldığı bir sırada 5 Eylül 1955 gecesi Atatürk'ün Selanik'teki evine bomba atıldığı haberleri yayıldı. Haberi ilk veren Gökşin Sipahioğlu'nun yazı işleri müdürü olduğu İstanbul Ekspres'ti. Haberin Türkiye'de duyulmasından itibaren İstanbul'da büyük olaylar meydana geldi. Beyoğlu'nda Rum vatandaşların evleri tahrip edildi, dükkanları yağmalandı. Bu olaylardan sorumlu tutulan İçişleri Bakanı Namık Gedik, istifa etmek zorunda kaldı. Ancak olayların failleri bir türlü bulunamadı.


İşte 6-7 Eylül'de meydana gelen olaylardan Celal Bayar, Adnan Menderes ve Fatin Rüştü Zorlu'nun da içinde bulunduğu DP hükümeti sorumlu tutularak Yassıada'da yargılandı. Buradaki amaç, DP'nin dış politikasını da yargılamak ve mahkûm etmekti. Savcılar, aynı olayı araştıran Yunan mahkemesinin kararları doğrultusunda iddianame hazırlamıştı. Yassıada'daki mahkeme de bu iddianameyi kabul etmişti. Yunan mahkemesinin kararlarına göre bombayı Türk tarafı yani Selanik'teki Türk konsolosluğu yerleştirmişti. Hatta Yunanistan'ın suçlayıp mahkûm ettiği bir öğrenci ile konsolosluk görevlileri de Yassıada'da sanıktı.


Menderes, 6-7 Eylül olaylarının bir tertip olduğu konusunda ısrarcıydı. Yassıada'da bu davanın açılmasını eleştiriyor, uluslararası kamuoyunun "Bu işi bunlar yaptı" demesinden korkuyordu. Çünkü böyle bir durumda Türkiye'nin eli Kıbrıs konusunda zayıflayacaktı.


Başsavcı, iddianamesini haklı çıkartacak, kendisi gibi düşünen, sözlerinden emin olduğu şahitleri Yassıada'ya çağırıyor, Menderes lehine şahitlik yapma ihtimali olanları 'es' geçiyordu. Duruşmalar siyasi sanıklarla CHP'li şahitler arasında bir düelloyu andırıyordu. Dava 20 oturumda bitirildi. Celal Bayar hakkında takibat yapılamayacağına karar verildi. Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Kemal Hadımlı hakkındaki karar ise dava 'Anayasa'yı İhlal Davası' ile birleştirildiği için sonraya bırakıldı. Olayın faillerine ise bulunamadığı için bir ceza verilemedi.


Propaganda filminin dış sesi Behçet Kemal Çağlar


Zaman'ın ortaya çıkardığı görüntüleri seyreden Yassıada avukatlarından deneyimli siyasetçi Ferruh Bozbeyli, kayıtların arkasında konuşan ismin şair Behçet Kemal Çağlar olduğunu söyledi. Bozbeyli, Çağlar'ın çok hırslı bir karaktere sahip, tarafında bulunduğu kişileri memnun eden ve sevenleri tarafından idol olarak görülen bir kişilik olduğunu belirtti. Yassıada duruşmaları sürecinde halkı yönlendirmek amacıyla hazırlanan ve sinemalarda gösterilen filmlerin seslendirmesini yapan Çağlar, başta Menderes olmak üzere Demokrat Partilileri tahkir ediyor; onları aşağılıyordu. Çağlar, ifadelerinde İnönü'yü, mahkeme heyetini ve askerleri sürekli olarak yüceltiyordu.


Başsavcı Egesel, tanıklara ifadeleri ezberletiyordu


Yassıada'da yargılanan DP'li siyasilerin yakınları duruşmaları izlemek üzere düzenli olarak adaya geliyordu. Onları taşıyan meşhur Fenerbahçe vapurunun başka konukları da vardı. Dolmabahçe'den mağdur yakınları ve avukatları alarak sabahın erken saatlerinde kalkan vapur önce Heybeliada'ya uğrayarak Mahkeme Başkanı Salim Başol ve Başsavcı Altay Ömer Egesel'in de aralarında bulunduğu Yüksek Adalet Divanı heyetini alıyor, ardından adaya ulaşıyordu. Vapurun oturum düzeninde tanıkların aktardığına göre üst katta hâkim ve savcılar alt katta ise mağdur yakınları ve tanıklar vardı. Yolculuk devam ederken Başsavcı Altay Ömer Egesel alt katın merdivenlerinde görünür ve el işaretiyle tanıkları yanına çağırırdı. Bu hareket, tanıkların yolda öğretilen şekilde ifade vermeleri anlamını taşıyordu. Yani Egesel, tanıklara ne şekilde ifade vereceklerini önceden ezberletiyordu. Bu durum kısa bir süre sonra mağdur yakınları tarafından fark edilmiş ve vapurda büyük bir rahatsızlık yaratmıştı. Gerginliğin artmaması için bu soruna bir çözüm bulunur. Bir süre ailelerle birlikte alt katta seyahat eden tanıklar artık alt kata alınmazlar, üst katta hâkim ve savcılarla birlikte Yassıada'ya ulaşırlar. Yaklaşık bir yıl süren yargılama boyunca adaya gidiş gelişlerde ulaştırma vazifesi gören Fenerbahçe vapuru, propaganda amaçlı olarak adaya getirilişten 3 ay sonra çekilen filmlerde de yer alıyor.


Bayar dayanamadı intihara kalkıştı


Yassıada'da çekilen ve daha sonra sinemalarda gösterilen film, Cumhurbaşkanı Celal Bayar'ı, yaşadıklarından dolayı intihara sürüklemiş. Yapılan kötü muameleye ve bir oyuncu gibi rol yapmaya dayanamayan Bayar, bir kaçış yolu olarak intihara sığınmış. 26 Eylül gecesi hücresinde intihara teşebbüs eden Bayar, sesini dışarıda bekleyen gardiyanlar ve askerler duyunca müdahale edilerek kurtarılmış. Filmde sanıkların adaya getirilişi, odalar ve yemekhane gibi çeşitli bölümlerde Bayar'la birlikte, Başbakan Adnan Menderes ve diğer ünlü isimler de yer alıyor. Filmde, lüks bir lokantadakini andıran gayet temiz ve şık beyaz örtüler ve porselen yemek takımları bulunan masalarda, Samet Ağaoğlu, Tevfik İleri, Sebati Ataman, Haluk Şaman, İzzet Akçal gibi DP'liler yemek yerken görülüyor.


Menderes de intihara teşebbüs etti


Adadaki en ağır işkencelere maruz kalan Başbakan Adnan Menderes de Cumhurbaşkanı Celal Bayar gibi kötü muamelelere dayanamayarak intihara teşebbüs etmişti. Yassıada'da duruşmalar sona erdikten sonra karar beklenirken, yaşadıklarından dolayı çok büyük acılar çeken Menderes, kendisine verilen cezayı öğrenmeden bir gün önce ilaç içerek intihar etmeyi denemişti. Menderes, bu olaydan bir gün sonra idam cezasına çarptırılmıştı.


Topkapı davasının tanığı İnönü'nün dünürü


Yassıada Mahkemesi'nde görülen Topkapı, Kayseri Olayları, Demokrat İzmir gibi birçok dava doğrudan Cumhuriyet Halk Partisi ile ilgiliydi. Muhalefet partisinin lideri İsmet İnönü dışında bazı yöneticiler, hatta Halk Partisi yöneticileri hem tanık hem izleyici sıralarında yerlerini almıştı. İsmet İnönü'nün İstanbul'u ziyareti sırasında Topkapı'daki nümayişlerin olduğu bölgeye 'gitme' uyarısına rağmen ısrarla gitmek istemesi olaylara neden olmuştu. İnönü'nün aracının bile çizilmediği hadiseler; 27 Mayıs darbesinden sonra Yassıada'da yargılama konusu haline getirilecekti. İnönü'nün Demokrat Partililerce öldürülmek istendiği iddia ediliyordu. Bu iddia Yassıada duruşmalarının birçoğunda hem açıktan hem gizli gündem olarak getirilmişti. Örneğin Topkapı davasında DP aleyhine tanıklık yapanların arasında ilginç bir sima da dikkat çekiyordu. CHP'li Ali Sohtorik. Kendisi İsmet Paşa'nın dünürü, Erdal İnönü'nün de kayınpederiydi. Buna karşın DP'nin avukatları, İsmet İnönü'ye tanık ve şahit olarak mahkemede dinlenmesi için onlarca kez çağrı yapmıştı, ancak İsmet Paşa gelmemişti. Milli Birlikçilerin yemin törenlerine giden İnönü, Yassıada'daki siyasi hasımlarının karşısına çıkarılamayacaktı.

Darbeyi basın kışkırttı, propagandaya alet oldular


27 Mayıs darbesini planlayanlar, en büyük desteği basından görmüşlerdi. Gazeteler, yayınları ve özellikle yalan haberleriyle cuntacılara çanak tutmuş, darbeden sonra da onları alkışlamışlardı.

Siyasi tarihçilerin "CHP+Askerî Cunta+Basın+İstanbul ve Ankara Üniversiteleri" şeklinde özetledikleri ve 27 Mayıs darbesinin nüvesini oluşturan kurumların en etkilisi basındı. Darbeden önce gazetelerin yaptığı yayınlarda, irticai hareketlerin varlığına hep bir ağızdan dikkat çekilirken, İsmet İnönü ve Halk Partisi nümayişleri ve öğrenci olayları manşetlerden inmiyordu. Gazeteler yaptığı haberlerle halka, irticanın giderek arttığı korkusunu yayıyorlardı. İrtica haberlerinin büyük çoğunluğu ise basının hedef haline getirdiği Said Nursi ve talebeleri üzerinden yapılıyordu. Adım adım takip edilen Bediüzzaman hakkında toplumdan tecrit edici haberler yoğun şekilde kullanılıyordu. İrticai yayınların yanı sıra üniversite öğrencileriyle ilgili yapılan yayınlarda, öğrencilerin yürüyüş, miting ve gösterilerde polisin aşırı şiddetine maruz kaldıkları özellikle büyütülüyordu. Ancak daha sonra gerek Milli Birlik Komitesi üyelerinin kendi ağızlarından ifadelerinde gerekse bazı Cumhuriyet Halk Partililerin hatıratlarında, öğrenci olaylarının provokasyon boyutu özellikle gizleniyor; Harbiyelilerin olaylardaki rolünden hiç bahsedilmiyordu.


Darbe kışkırtıcılığında en büyük pay, dedikodu ve yalan haber içeren yayınlarıyla Akis Dergisi'nindi. Darbeden üç gün sonra 'Adnan Menderes sabık başbakan' başlığıyla yayımlanan kapağında Menderes fotoğrafının üzerinde çarpı işareti görülüyordu. Daha Yassıada hâkimlerin bile belirlenmemişken derginin kapağında Cumhurbaşkanı Celal Bayar idam sehpasında gösterilmişti. Muhalefetin ve 27 Mayıs'ın sözcüsü durumunda olan başkaca yayın organları da vardı. Cumhuriyet, Akşam, Hüriyet, Milliyet gibi gazetelerin darbe sonrası yayımları, 'demokrasiye' değil, daha çok cuntacıların kurduğu düzene hizmet ediyordu. Demokrasiyi ortadan kaldıran darbenin Türk ordusunu tasfiyeye yönelik bir yanı da vardı. 325'i general, 5 bine yakın askerin ordudan ihraç edilmesi gazetelere "Ordumuz genç ve dinamik bir ordu haline getirilecek" başlıklarıyla duyuruluyordu. Darbenin demokrasiyi tesis ettiği savunuluyordu.


DARBEDE 'demokrasi getirdi' diye manşetler atılmış


Akşam gazetesinin 29 Mayıs tarihli baskısında, dış basından yapılan alıntıda "Demokrasiyi tesis için iktidar deviren ilk ordu: Türk ordusu" başlığı yer alıyordu. Cuntacıların başarısı dünyada yankılanıyor havası pompalanıyordu. Gazete 29 Mayıs 1960'ta, Beyazıt Meydanı'nda çıkan olaylarda ölenleri ise "Hürriyet şehitleri" olarak isimlendiriyor, anıt dikilmesi için yardım kampanyası başlatıyordu. Hürriyet gazetesindeki 30 Mayıs 1960 tarihli haberde, darbecilerin yeni anayasayla özgürlük getireceği iddia ediliyordu: "Yeni anayasa ile seçim ve basın kanunları da hürriyetleri garanti edecek hale getirilecek. MBK kararlarıyla tarihimizde ilk defa hürriyetler artıyor." 30 Mayıs'taki bir başka haberde, 'bütün yurtta hürriyet bayramının devam ettiği, halkın ordu ile sarmaş dolaş olduğu' yazılıyordu. Darbenin neden gerekli olduğunu Türk halkına anlatmakta kararlı olan gazete, cuntacıların demokrasiyi getireceklerine inancını ısrarla vurguluyordu. 31 Mayıs 1960'ta Hürriyet'in manşetinde ise bir müjde (!) yer alıyordu: "Kabine ilk toplantıda antidemokratik tüm yasaların lağvına karar verdi."


DARBEDEN SONRA İLK İŞ KARALAMA KAMPANYASI


Darbenin ardından DP'lileri ve Menderes'i karalama ve hakaret haberleri devreye giriyor. Akşam gazetesi, 1 Haziran 1960'ta birinci sayfadan "Menderes'in ayakkabılarının altında Kuran'ın bulunduğu"nu iddia ediyor: "Dindar görünüp türlü yollardan dini istismar eden sabık başbakan, fare avcılığı için de 5 bin 700 mavzer dağıtmış." Cumhuriyet gazetesinde 10 Ekim 1960'ta yer alan bir haberde ise Maliye Bakanı Hasan Polatkan'ın Vinleks adlı bir şirketin ortağı olduğu ve şirketin bu sayede tekel haline geldiği iddia ediliyor. Bu iddialar daha sonra Yassıada'ya dava konusu olacaktı.


Akşam gazetesinin 4 Haziran 1960 tarihli manşetinde, DP hükümetinin çeşitli olaylarda hayatını kaybeden kişilerin cesetlerini yok ettiği iddiası yer alıyordu. "Cesetler yem makinelerinde kıyılıp toz haline getirilmiş" başlığıyla verilen haberler birçok gazeteye konu olmuştu. Akşam gazetesinin 5 Haziran tarihli manşetinde "Korkunç cinayetler aydınlanıyor: Bir çukura gömülen 3 ceset bulundu" başlıklı haberde Silivrikapı Mezarlığı'ndaki bir çukurdan iki erkek bir kadın cesedinin çıkarıldığı ileri sürülüyordu. Oysa ne o günlerde ne de daha sonra, yem makinelerinde kıyılıp öldüğü kanıtlanan bir kişi bile ortaya çıkmadı. Hiçbir aile oğlunun veya kızının bu şekilde öldürüldüğü iddiasında bulunmadı. Bu korkunç iddiaları ortaya atan gazetelerin o dönem yaptıkları yayınların hizmet ettiği tek adres vardı: Milli Birlik Komitesi ve cuntacılar... Bu tür kara propaganda haberlerini yayımlayan gazeteler bunlarla da yetinmiyor; Menderes'in 5 senede 5 milyon lira yediği iddiasını manşetlere taşıyordu. Darbeciler, bu ülkenin bakanlarını ve başbakanını idam ederek "katil" damgasını yerken; basının da işlenen bu cinayetlerde bir kışkırtıcı ve alkışçı olarak payının ne kadar büyük olduğu, bugün artık daha rahat anlaşılıyor.

Bir yargısız infaz örneği: Sabıkların suçları idam


Akşam gazetesi, darbecileri öven haberler üretmekle yetinmiyor, Yassıada mahkumlarının hangi cezaları alması gerektiğini de telkin ediyordu. Gazete, 10 Haziran 1960'ta yayımladığı bir yazıda, daha yargılanmasına dahi başlanmayan sanıkların cezalarını o günden ilan ediyordu. Bedrettin Ülgen'in kaleme aldığı yazıda şöyle deniyordu: "Türk Ceza Kanunu'na göre sabıkların suçları: İdam".


Yazıda, suçluların 146. maddenin birinci bendine göre muhakeme edilmeleri gerektiği belirtiliyordu. Bu bendin hangi suçlara hükmettiği de şöyle sıralanıyordu: "Türkiye Cumhuriyeti Teşkilat-ı Esasiye Kanunu'nun tamamı veya bir kısmını tağyir, tebdil veya ilgaya ve kanunla teşekkül etmiş olan B. M ıskat veya vazifesi bakımından men'ine cebren teşebbüs edenler idam cezasına mahkûm olurlar."


Benzer bir haber 15 Haziran 1960'ta Cumhuriyet'te gazetede yayımlanmış: "Sabıklar hakkında 10 kişilik halk jürisi kararı: İdam" Cumhuriyet'te 12 Ekim 1960'ta Gaziantep olayları tahkikinde alınan neticeler haberleştiriliyor. Adliye binasının Gedik'in emriyle yakıldığı ifade edilirken yanan bekçinin ölümünde taammüd tespit edilirse, Yassıada sanıklarının yeni bir idam talebi ile yargılanacağı hükmü veriliyordu. Yapılan propagandalar, haberle sınırlı kalmıyor, aşağılayıcı karikatür ve resimlerle de destekleniyordu. Mesela Hürriyet Gazetesi'nde 14 Haziran 1960 tarihinde yayımlanan bir karikatürde, Celal Bayar ile Adnan Menderes, çok çirkin bir şekilde köpek olarak resmediliyordu.


Darbeciler yere göğe sığdırılamıyor


Darbeyi yapan birkaç general, çoğu albay, binbaşı, yüzbaşı rütbesindeki cuntacıların Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan ilk ve son röportajları, ihtilalcilerin bir başka yüzlerini de ortaya çıkarıyordu. Darbeden bir buçuk ay sonra Cumhuriyet'te yayımlanan ve cuntacılara övgülerle dolu röportajları dönemin gazeteci-yazarı Yaşar Kemal, Ecvet Güresin ve Cevat Fehmi Başkut yapmıştı. Milli Birlik Komitesi'nin gizli toplantılarını anlatarak başlayan röportajlarda Cemal Gürsel, Alparslan Türkeş ile diğer general, kurmay albay, binbaşı ve yüzbaşıların 27 Mayıs'a giden yolda yaptıkları kanunsuz işler deşifre ediliyordu. Tabii her biri birer halk kahramanı ilan edilerek... İhtilalcilerin hayat hikâyeleri, dünya görüşleri ve planları anlatılıyor. Türkçe ibadet, çarşaf, Atatürk devrimleri, darbenin haklılığı, 'düşükler' yani DP'lilerin hakaretle anıldığı röportajlar, tüm MBK üyelerini kapsaması beklenirken umulmadık şekilde önce 13 Ağustos'ta ara veriliyor; 23 Ağustos'ta Kurmay Yüzbaşı Ahmet Er ile yapılan röportajla sonlanıyor. Çoğunu Yaşar Kemal'in yaptığı görüşmeler, cuntacıların sırlarını açığa çıkarmaya başlayınca görüş ayrılıkları öne çıkıyor ve röportajların yayınına son veriliyordu.


Aleyhte şahitlik yap, makamı kap!

Yassıada'da Menderes ve arkadaşlarını idama götüren ifadelerin büyük bir bölümü, şahit olarak dinlenen CHP'li siyasetçiler, aynı ideolojiyi paylaşan bürokratlar ve askerlere aitti.

Dün yayımladığımız "İşte Yassıada'nın vefasızları" başlıklı bölüme, o dönemi iyi bilen gazeteci büyüklerimizden "Vefasızlar bu kadarla sınırlı değil" şeklinde uyarılar geldi. Şüphesiz bu listeyi daha da uzatmak mümkün; ancak bu 'vefasızlığı' artık tarihe havale edip konuyu çok da uzatmak istemiyoruz. Ancak bir de DP aleyhinde şahitlik yapıp daha sonra önemli makamlara getirilen bürokratlar, yargı mensupları, üniversite hocaları ve askerler vardı ki, onları anmadan edemeyeceğiz.


Yassıada'da Menderes ve arkadaşlarını idama götüren ifadelerin büyük bir bölümü şahit olarak dinlenen CHP'li siyasetçiler, aynı ideolojiyi paylaşan bürokratlar ve askerlere aitti. Bunlar arasında öyle bir isim vardı ki hem ifadeleri hem de ilişkileri oldukça şaşırtıcıydı. Bu isim Prof. Dr. Hüseyin Nail Kubalı'ydı.


Kubalı, 27 Mayıs sabahından itibaren darbecilerle iş tutmaya başlamış ve MBK ile İsmet İnönü arasındaki irtibatı sağlayan en önemli kişi olmuştu. Yassıada duruşmalarında bir yandan Menderes aleyhine şahitlik yaparken bir yandan da onun ve arkadaşlarının asılmasını sağlayacak kanunları hazırlıyordu. Hatta Cemal Madanoğlu'nun "3 ay içinde idareyi sivillere devretmeyi düşünüyoruz." şeklindeki sözlerine tepki göstermiş, şöyle demişti: "En az 1,5 yıl bir yere gitmemelisiniz. Önce cezaları verilmeli, infazlar yapılmalı. Sonra seçim olmalı..."


Kayserili politikacılardan Prof. Dr. Turhan Feyzioğlu ise zaten 27 Mayıs yönetiminin de milli eğitim bakanıydı. O da tanık olarak geldiği Yassıada'da görevini ifa etmişti. İstanbul'da meydana gelen birçok olayı bastırmakla görevli olan İstanbul Sıkıyönetim Komutanı Orgeneral Fahri Özdilek, ihtilal kadrosunda yer aldığı için yargılanmadı. Ancak Yassıada'ya gelip DP aleyhine şahitlik yaptı.


Cumhurbaşkanı Celal Bayar'ın yaveri Tümgeneral Refik Tulga, 27 Mayıs'tan sonra İstanbul valisi yapılarak ödüllendirildi. O da 6-7 Eylül Olayları ile ilgili aleyhte şahitlik yaptı. Tanık olarak dinlenen isimlerden biri de bir dönem Menderes hükümetinde maliye bakanı olarak görev yapan Ekrem Alican idi. Yassıada'da tanık sıfatıyla dinlenen Alican, ihtilalcilerin maliye bakanı olmuştu.


Ünlü tarihçi Prof.Dr. Osman Turan'a dayak atıldı!


Yassıada'da tutuklu bulunan Prof. Dr. Osman Turan, ada komutanı odaya girdiği zaman ayağa kalkmadığı gerekçesiyle sopayla dövülmüştü. Yaklaşık bir saat dövülen Turan, kan revan içinde kaldıktan sonra 'ölecek' endişesiyle bırakıldı.


Genelkurmay Başkanı Rüştü Erdelhun Paşa'nın apoletleri söküldü


27 Mayıs darbesi yapıldığı zaman genelkurmay başkanı Rüştü Erdelhun Paşa idi. Darbeciler onu cuntanın başına geçmeye ikna edemeyince, emekli olmasına rağmen Cemal Gürsel'de karar kıldı. Darbe gecesi apoletleri sökülen, hırpalanarak götürülen Rüştü Paşa, İstiklal Madalyası sahibi, Kurtuluş Savaşı'nda bulunmuş bir askerdi. İstanbul'da meydana gelen olaylardan sorumlu tutulmuştu. Yassıada'da bu yüzden idamla yargılanmış, eziyet görmüştü. İstanbul'daki olayları bastırmakla görevli iki general Fahri Özdilek ve Refik Tulga ise davaya bile dahil edilmemişti.


Yassıada'da hayatını kaybeden sanıklar


Eski bakan ve İstanbul valilerinden Lütfi Kırdar, Topkapı ve Ankara olayları davasında yargılanıyordu. 17 Şubat 1961 günü mikrofon başında ifade verirken kalp krizi geçirerek hayatını kaybetti.


Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu Üyesi Lütfi Şaylan, 16 Haziran 1960'ta öldü.


İstanbul Milletvekili Yusuf Salman, 28 Kasım 1960'ta öldü.


İstanbul Emniyet Müdürü Faruk Oktay, 30 Eylül 1960'ta öldü.


Afyon Milletvekili Gazi Yiğitbaşı, eski Genelkurmay Başkanı Orgeneral Nuri Yamut, Bursa Milletvekili Kenan Yılmaz yine Yassıada'da yagılanırken hayatlarını kaybetti.


İmralı'da idam hazırlıkları


Yassıada'da duruşmalar devam ederken eylül ayı başında İmralı'ya çok sayıda kelepçe getirildi. 50'nin üzerinde darağacı yapıldı. Yine 50'ye yakın mezar yeri açıldı. Hapishanelerden çok sayıda cellat adaya gönderildi.


Menderes son yolculuğunda


Celal Bayar, Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan'ın da aralarında bulunduğu 13 kişi, 15 Eylül 1961'de idama mahkûm edildi. Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan'ın idamı 16 Eylül'de gerçekleştirildi. Hasta yatağından kalkamayan Menderes ise takviye ilaçla ayakta duracak hale getirildikten sonra 17 Eylül'de öğleden sonra idam edildi. Diğerlerinin idam cezası kaldırıldı. Üç arkadaş İmralı'da yan yana mezarlara defnedildi. Menderes, Zorlu ve Polatkan'ın naaşları, 17 Eylül 1990'da merhum Cumhurbaşkanı Özal tarafından devlet töreni ile İstanbul Topkapı Mezarlığı'ndaki 'Anıt Mezar'a nakledildi.


Milli Birlik Komitesi, duruşmaları gözetliyor


MBK, Yassıada'da ne olup bittiğini günü gününe takip ediyordu. Hemen her duruşmaya MBK'dan bir ya da iki asker katılıyordu. MBK üyelerinin, dava aralarında hâkim ve savcılarla bir araya geldiği de sır değildi. Hatta son duruşmaların birinde bir MBK Üyesi, Hâkim Başol'a, "100 idam bekliyoruz, bak 99 değil." demişti.


Adnan Menderes'in artık ayakta duracak gücü yok


27 Mayıs 1960'ta Yassıada'ya getirilen Adnan Menderes, idam edildiği 17 Eylül 1961 tarihine kadar burada çok kötü muamelelere maruz kaldı. 200'ün üzerinde duruşmaya katıldı. Bu duruşmalarda hakaretlere uğradı. Ama artık dermanı kalmamıştı


Darbeciliği, Yassıada'da öğrendiler


Yakın dönemde darbe, postmodern darbe, andıç ya da siyasete müdahale planlarıyla adlarını duyduğumuz generallerin hemen hepsi, Yassıada'da görev almış genç subaylardı. Yassıada'daki görevleri onlar için yol açıcı olmuş ve hayatlarını yönlendirmişti. Bu subaylar, sonraki meslek hayatlarında, 27 Mayıs darbesinden aldıkları ilhamla çoğu zaman siyasete müdahale planları içerisinde yer almıştı. Kimlerdi bunlar? Şener Eruygur, Hurşit Tolon, Çetin Doğan, Çevik Bir, Tuncer Kılınç, Altay Tokat, Kemal Yılmaz, Yaşar Büyükanıt, Fevzi Türkeri, Teoman Koman, İlhami Erdil, İsmail Hakkı Karadayı Bu isimlerin, bugüne kadar 27 Mayıs ve Yassıada hatıralarından bahsetmemiş olması da hayli ilginç...


ABDULLAH KILIÇ -ZAMAN

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumunuz alınmıştır. Teşekür ederiz..