31 Ağustos 2012 Cuma

Sultan Aziz'in katillerinin defterini düren zabit Çerkes Hasan...

Çerkes Hasan Vak'asını hiç duydunuz mu, bilmiyorum. Çünkü o, eniştesi Sultan Abdülaziz'in kanını yerde koymayan bir askerdir. Haluk Y. Şehsuvaroğlu yazdığı "Sultan Aziz" adlı eser de Çerkes Hasan Vak'asının arka planına pek gitmez. Yalnızca vak'ayı bir tayin meselesine bağlar. Dahası, Şehsuvaroğlu'nun Sultan Aziz'in hal' edilmesinden sonra intihar ettiğini ileri sürer ve bunu ispatlamaya çalışır. Ne var ki, daha sonra Sultan Abdülaziz'in hayatını konu edinen tarihçi Yılmaz Öztuna "Bir Darbenin
Anatomisi" adlı kitabında Sultan Abdülaziz'in intihar etmediğini, bilakis öldürüldüğüne ortaya koyar. Dolayısıyla Sultan Abdülaziz'in hayatını okurken her iki muharririn de eserlerinin birlikte okunması gerekmektedir. Çünkü "Sulat Aziz'in intihar mı, yahut katledildiği mi" noktasında anlaşamayıp çok farklı argümanlarla hadiseleri farklı değerlendirmelerine karşın, gerek Şehsuvaroğlu'nun ve gerekse Öztuna'nın Sultan Abdülaziz ve dönemini anlattığı eserler oldukça önemli bilgilere hâvîdir. Çerkes Hasan'a gelince: Bir zabit olan Çerkes Hasan, Serasker Hüseyin Avni Paşa'yı ve Raşit Paşa'yı öldürdükten sonra beş kişilik bir divan-ı harp önünde muhakeme edilir ve 26 Cemaziyülevvel (1876 Haziran) Cumartesi günü Serasker dairesinin Beyazıt Meydanı'na açılan büyük kapısı yanındaki dut ağacına asılmak suretiyle idam edilir". Sadede gelirsek: Sultan Abdülaziz, Serasker Hüseyin Avni Paşa'nın öncülüğünde yapılan bir darbe ile taht'tan indirilir ve yerine Sultan V. Murad getirilir. Bir padişah tahtan indirilip, diğeri padişah olurken en dramatik sahne sabık sultanın hareminde cereyan eder. Olmadık hakaretler maruz kalan harem halkı, oldukça aşağılanıp kötü muameleye tabi tutulur. Sultan Abdülaziz gözaltına alınıp, saraydan uzaklaştırıldıktan sonra geçmişte Sultan Abdülaziz'in haremindeki kadına laf atacak kadar densizleşen Ispartalı Eşekçi Ahmed'in oğlu olan Hüseyin Avni Paşa, apoletleri sökülüp memleketine geri gönderilse de, sonradan işbaşına getirilir ve rütbesi iade edilir. Tabii rütbesinin sökülmesine neden olan olay yalnızca bundan ibaret değildir. Başka saikler de vardır. Fakat Sultan Abdülaziz'in en büyük hatası ona görevini iade etmesidir. Her neyse biz sadede gelelim ve konuyla ilgili olarak Şehsuvaroğlu'nun şu ifadelerini aktaralım: "Abdülaziz'in hal'ini müteakip şehzâdenin yaverliğinden alınan Hasan Bey Serasker Hüseyin Avni Paşa tarafından çağırtılmış ve serasker yanında Redif Paşa da olduğu hâlde Hasan Bey'e: [Sultan Aziz'in üçüncü Kadın-Efendisi olan kardeşi Neş'erek Kadın-Efendi'yi kastederek AE.] (Bağdat'a gideceksin, artık bir dayanacak yerin kaldı mı?) demiş, o da (siz büyük zatsınız böyle bir tebeddülâtı azime üzerine benim gibi bir küçük zabiti Bağdat'a göndermenize teessüf ederim) cevabını vermişti. "Vazifesine gitmemekte ısrar eden Hasan Bey nihayet Serasker kapısında tevkif edilmiş ve tutsak olarak Bağdat'a sevki kararlaştırılmıştı. Bunun üzerine Hasan Bey tevkifini bir taraftan kardeşi Bahriye nazırlarından Osman Bey'e haber verirken, diğer taraftan da vazifesine artık gideceğini dâr-ı şuray-ı askerî reisi Redif Paşa'ya bildirerek serbest bırakılması ricasında bulundu. "Redif Paşa, Hasan Bey'i yanına çağırtmış (Gitmiyorsun, serkeşsin, Bağdat'a gitmedin) diye tekdir etmiş. Hasan Bey de (Yarın gideceğim, gitmezsem tard edin, ne yaparsanız yapın) cevabını vermiş, Redif Paşa'da kumandan Paşa'ya gitmelisin, deyince eski şehzâde yâveri kumandan Paşa'nın huzuruna çıkıp behemehal vazifesine gideceğini temin etmesiyle serbest bırakılmıştı." Şehsuvaroğlu'nun bu ifadeleri aynıyla doğrudur. Burada eksik olan Çerkes Hasan'ın Paşaları öldürme nedeninin yalnızca tayin meselesinden ibaret olmayıp Padişahın hareminde bulunan ve Kadın- Efendilerden biri olan kız kardeşi Neş'erek Kadın-Efendi'yi doğrudan irtibatlı olmasıdır. Nitekim bu hadiseyi Yılmaz Öztuna bahsi geçen eserinde şöyle anlatır: "Sabık Hükümdarın ailesini kayıklara bindirmeye memur subaylardan biri, kayığa binmek üzere bulunan padişahın zevcesi 28 yaşındaki Neş'erek Nesrin Üçüncü Kadın-Efendi'nin mücevher sakladığını sandı. Omuzlarındaki şalı hızla çekip aldı. Mücevher falan yoktu. Kadın-Efendi, derhal kayığa atladı. Şal, subayın elinde kaldı. Neş'erek Kadın, narin ve hassas bünyeli idi. Çıplak kalan omuzlarına müthiş bir yağmur yedi. Kocasının felaketiyle zaten perişan olmuştu. Hemen o gün hastalandı. Ve birkaç gün sonra öldü. Neş'erek Kadın Şehzâde Şevket Efendi ile Emine Sultan'ın annesi idi. "Kraliçe protokolünde padişah eşine yapılan bu muamele, Türk tarihinde tektir ve emsali yoktur. Ancak birkaç saniye süren bu alçaklığın nasıl netice vereceğini, Türkiye tarihini nasıl etkileyeceğini o anda ne bu haltı eden cahil adam, ne kimse tahmin etmişti. "Zira Neş'erek Kadın-Efendi, Binbaşı Çerkes Hasan Bey'in iki yaş büyük ablası idi... Hasan Bey ablasının intikamını hemen aldı ve Türkiye tarihinin akışını değiştirdi ama, asıl intikam alacak kişi, bu olayı penceresinden kanlı gözyaşları dökerek seyrediyordu. Bu, Şehzâde Abdülhamid Efendi idi. Amcasının ve ailesinin nasıl kayıklara bindirilip zırhlıların açığından geçirilerek Sarayburnu'na çıkarıldığı sahnesini, hayatının sonuna kadar unutmayacaktı..."

Milli Gazete 11.12.2011

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumunuz alınmıştır. Teşekür ederiz..