Osmanlı’nın son yıllarından Cumhuriyet’e geçişin
sancılı dönemi olan MilliMücadele boyunca Mehmet Âkif bu toplumun pek çok
millî, insanî ve İslâmîdeğerinin sözcüsü olmuştur. Onun bütün şiirlerini
toplayan Safahat adlıkitabının bu milletin kütüphanesinde çok farklı bir yeri
vardır. O yüzden deher nesil Safahat’ı yeniden okuyabilmelidir. Çünkü
Safahat’ın yedi kitaptan oluşan bölümleri, bu milletin günlük hayatını,
dertlerini ve ideallerini anlatır.
M. Ertuğrul Düzdağ’ın Âkif’in bütün şiirlerini ve
kaynakları gözden geçirdiktensonra Safahat’ı, Âkif’in istediği gibi yeni bir
düzenleme ile yayınlanması, sağlıklı bir metne kavuşmamıza yardımcı olmuştur.
Sonraki yıllarda Safahat’ınhep böyle yayınlandığını görüyoruz.
Ölümünden 70 yıl geçtikten sonra çok farklı
Safahat yayınları ortaya çıktı. Özellikle de Safahat’ın sadeleştirilmesi
eğitimciler için kaçınılmaz göründü.Hâlbuki bir şiirin aynı dille de olsa başka kelimelerle ifadesi yeni bir şiiriortaya çıkarır. Bunu, A. Vahap Akbaş
dostumuzun yaptığı gibi orijinali ilesadeleşmiş metinleri karşılıklı sayfalarda
yayınlama çabası cesur bir mukayeseimkânı verebildiği için yararlı, ama Refik
Durbaş’ın yaptığı gibi şiirin aslınahiç yer vermeden sadeleştirilmiş metni
Safahat diye sunma çabası kabul edilemezbir tuhaflıktır.
Âkif’in dilindeki kelimelerin kullananların
seviyesini yansıtması, onundilimizi sadeleştirme ve yazı dilimizi
zenginleştirme çabasını göstermesibakımından çok önemli. Bugün bilinmeyen
kelimeleri aynı sayfada açıklamayaçalışırken, günümüzün en önemli kültür
meselesinin dilin tahribi olduğunu farkettik. O yüzden kitapta yeni bir kelime
dağarcığı oluşturduk.
Osmanlı’dan sonra Türkiye’yi kurabilen milletin
kültür tarihinde bu kitabınvazgeçilmez bir yeri vardır. Yalnız anlatılan şeyler
açısından değil, dil veedebiyatımızın yeniden oluşmasında, 20. yüzyılın başında
eser verenşahsiyetlerden Ömer Seyfettin ve Yahya Kemal gibi Mehmet Âkif’in de
önemli biryeri olduğu için, kullandığı kelimelerin hepsi bilinmelidir. Mehmet Âkif, yalnız şair değil, aynı zamanda bir
mütefekkirdir. Düşündüğü gibiyaşamak için fedâkârlıklar yaptığı için de
karakterine güvenilen örnek birşahsiyet olarak bilinir. Elbette lirik, epik ve
sembolik metinlerin yer aldığıbu kitaptaki şiirlerin de şairi gibi kendine özgü
nitelikleri vardır. ÇünküMehmet Âkif, hayatı ile sanat görüşü ve eserleri
bütünleşebilen nâdirşahsiyetlerdendir. “İstiklâl Marşı şairi” olarak da tanınan
Âkif’in şiirleriiyi okunmalıdır.
Sanat Anlayışı ve Eserleri
Şi’r için “göz yaşı” derler; onu bilemem, yalnız,
Aczimin giryesidir bence bütün âsârım!
Şiirleri hakkında Safahat’ın önsözünde bunları söyleyen ve “tasannu”bilmediğini ifade eden şairimizin, Edebiyat adlı yazısında vatanı olduğunainandığı edebiyattan çok şey beklediği ve Namık Kemal gibi ona sosyal birmisyon atfettiği görülüyor. “Sâde yazmak bizim için asıldır” derken, sanatkârızdiye meydana çıkanların birçoğunu “âdi birer simsâr” bulduğunu da ifadeetmekten çekinmiyor.
Ayrıca Tenkid adlı yazısındaki şu görüşleri de dikkate
değer: “… edebiyattakidüsturların pek çoğu hukûk-ı düvel kâideleri gibidir:
Yalnız, zavallı yazıcılarhakkında tatbik olunur. Yoksa kalemine güvenen o
kâideyi yırtıp öte tarafınageçer de kimse sesini bile çıkaramaz!” Görüldüğü
gibi, şairimiz edebiyatınmeslek sırlarını iyi biliyor…
Şairimizi Tanzimat sonrası edebiyatı içinde
değerlendirmek gerekir, amabunların pek çoğundan farklıdır. Özellikle nazım
dili ve gerçekçilik bakımındanetkisinde kaldığı, ama inanç ve medeniyet
değerleri bakımından karşısındaolduğu Servet-i Fünun şair ve yazarlarıyla
karşılaştırıldığında, MehmetÂkif’in, hayatın ve toplumun içinde olduğunu
görüyoruz.
Âkif’in benimsediği sanat telâkkisi, ehl-i tarik
bir âlim ve fâzıl bir şahsiyetolan babasından aldığı sağlam kültür, ahlâk ve
İslâm inancıyla sağlam birkarakterin bileşmesinden oluşan müstesna bir kimlik
ortaya koydu ve bu kimlikeserlerine de yansıdı. O devrin pek çok sanatçısı ve
kültür adamı, Âkif’inyaşadığı hayatta sergilediği ahlâk ile sanatı arasındaki
bütünlüğün hayranıolmuş, dünya görüşünü benimsemeden de onu takdir etmiştir.
İkinci Meşrutiyet’ten sonra yayınladığı şiirlerin
çoğu 1908’den önceyazılmıştır. Dergilerde yayınlanan bu şiirlerin bir kısmı
Safahat adıylakitaplaşınca, çok büyük bir ilgi görür.
1908 yılında Ebulula Mardin ve Eşref Edib gibi
şahsiyetlerin öncülüğünde çıkanve Âkif’in İslâmcı arkadaşlarıyla yazılar
yayınladıkları Sırat-ı Müstakimdergisi, dört yıl boyunca “din, felsefe,
edebiyat, hukuk ve ulûm”dan söz eder. Bu dergi 1912’den itibaren Eşref Edip
tarafından Sebilürreşad adıylayayınlanmaya başlar. Eşref Edib’in sahibi olduğu
bu derginin başyazarı MehmetÂkif’ti ve Safahat’taki şiirlerin büyük çoğunluğu
bu dergilerde yayınlanır.
Balkan Savaşı’ndan sonra yaşanan büyük felâketler
karşısında susan veya seyircikalan, bazen de halkın ve gençliğin umudunu
kıracak biçimde karamsar eserleryazan, alafranga telâkkilere bağlı edebiyat
adamlarının tersi bir tavırla, Mehmet Âkif toplumun her derdiyle ilgilenir.
Servet-i Fünun ve onların devamıolan Fecr-i Âti topluluğuna şiddetle karşı
çıkan Ömer Seyfettin gibi bumilletin tarihî ve kültürel değerleriyle dinî
inanışlarına bağlanır, onları öneçıkaran şiirler ve yazılar yazar. Böylece
topluma hizmeti temel sanattelâkkisiyle birleştirir.
Safahat’ın sonraki ciltleri olan Süleymaniye
Kürsüsü’nden, Hakkın Sesleri, Fatih Kürsüsü’nde, Hatıralar ve Âsım adlı
kitaplarındaki şiirler parça parçaSebilürreşad dergisinde yayınlanmıştır.
Safahat’ın son ve yedinci cildi olanGölgeler’in bazı şiirleri, Sebilürreşad
dergisi 1925 yılında Bakanlar Kurulukararıyla kapatıldığı için muhtelif
dergilerde çıkabilmiştir.
Gölgeler adlı son şiir kitabındaki şiirlerin ilk
kitaplarından farklı olduğu, onun bunlarda daha çok gönlünü dinlediği ve mistik
bir atmosfere sığındığı, eski şiirlerindeki sert eleştirileri bıraktığı
söylenegelmiştir. Bunları birolgunlaşma sonucu olarak görmek gerektiği kadar,
CHP’nin tek parti yönetimindebir takım siyasî olaylara provakasyon
yapılabilecek şeyler yazmama endişesinede bağlamak mümkündür. Âkif’in
fikirlerinde bir değişiklik olmamış, ama tedbirielden bırakmamak için iç
siyasetle ilgili görüşlerini yazmamış, uzak durmuştur.
Bu arada Âkif, zamanının önemli bir bölümünü,
sonradan bazı sebeplerleyayınlanmasını istemediği Kur’an meali çalışmasına
ayırıyor, gönüllüsürgünlüğün doğurduğu hüzünlü atmosferde ancak Leylâ, Secde ve
Hicran gibişiirler yazabiliyordu. O yüzden Âkif’in susmasını veya
susturulmasını bu ülkeyönetiminin tarihi hatalarından biri olarak belirtmek
gerekir.
Mehmet Âkif’in sanat anlayışı kendisinden sonra da
epeyce bir zaman Müslümanhalkın şiir telâkkisini belirledi; Yahya Kemal ile
Necip Fazıl’ın şiirleri vefikirleri geniş kitlelere mal oluncaya kadar Safahat
adlı eseri, milliyetçi vemukaddesatçı gençliğin el kitabı gibi görüldü.
Kastamonu Nasrullah Kürsüsünde(1921) ile
Kur’an’dan Ayetler ve Nesirler (1944)adıyla ölümünden sonra yayınlanan
kitabından başka, dergilerde yayınlanan veakademisyenler tarafından çok sonra
toparlanan makaleleri var. Bunların yanındafikirlerini benimsediği Ferid Vecdi,
Abduh ve Abdülaziz Çavuş gibi yazarlardantercüme edilmiş beş kitabı daha var.
Safahat’ın Bölümleri
Şairin Safahat adı altında toplanan şiirleri, ilk yayınlandığı zaman şu yedikitaptan oluşmuştur: Safahat (1911), Süleymaniye Kürsüsünde (1912), HakkınSesleri (1913), Fatih Kürsüsünde (1914), Hatıralar (1917), Asım (1924),Gölgeler (1933).
Safahat (1911): Dergide yayınlanırken, Safahat-ı
Hayat’tan genel başlığıylayayınlanan bu şiirlere ad olan safahat kelimesi,
safhalar, görünüşler manasına gelmektedir. Şairin 38 yaşında yayınladığı bu
kitapta yer alan Küfe, Seyfi Baba, Kocakarıile Ömer, Mahalle Kahvesi ve Köse
İmam gibi sosyal temalı şiirleri yanında AcemŞahı, İstibdat ve Hürriyet gibi
siyasî görüşlerini ortaya koyan manzumeleri debüyük ilgi uyandırmıştır. Monarşi
kadar meşrûti idarede de umduğunu bulamamış, cehaletin istismarıyla yönetim
bozukluğunu eleştirmiştir.
Süleymaniye Kürsüsünde (1912): Orta Asya Müslümanlarından, seyahatnameyazarı Abdürreşid İbrahim’in ağzından dünya Müslümanlarının halinianlatan ve onları birliğe davet eden 1502 mısralık bir şiirdir.
Hakkın Sesleri (1913): 10 manzumeden oluşan bu
kitapta, ayet ve hadislerinışığında, Balkan Savaşı’nın doğurduğu felâketlerden
serzenişte bulunan acılışiirler yer alır.
Fatih Kürsüsünde (1914): Fatih Camii’ne giden iki
arkadaşın yoldakigözlemleriyle tartışmaları verilir, daha sonra da camideki
vaizin sözleriyletembellik ve taklitçilik eleştirilir.
Hatıralar (1917): Akif’in Berlin, Necid, Medine ve
Mısır gezilerinin izlerini yansıtır.
Âsım (1924): Hocazâde (Âkif) ile Köse İmam
(Babasının talebesi) arasındakidiyaloglardan meydana gelen bu eser, Köse
İmam’ın oğlu Âsım’ın şahsındagençleri anlatmaktadır. Bir tiyatro eseri gibi
konuşturduğu veya taklit edilenkişileri kendi dilleriyle yansıtan bu eser bir
tiyatro eseri gibi de telâkkiedilebilir.
Gölgeler (1933): Mehmet Âkif, CHP yönetimiyle
birlikte kısa zamanda siyasettenumut kestikten sonra dinî duyarlığın ağır
bastığı lirik ve mistik şiirleryazmaya başlamış, yurt dışında geçirdiği
dönemler boyunca hep hasret ve gurbetduygularıyla hüzünlü şiirler yazmıştır.
İlk kitabı gibi bu kitabı da 41 kısaşiirden oluşur. Mısır’da, şairin
kontrolünde basılmıştır.
Mehmet Âkif’in ölümünden sonra bütün şiirlerini
Safahat adıyla yayınladığınıbiliyoruz. Damadı Ömer Rıza Doğrul’un bütün kitapları
bir araya getirerekyayınladığı Safahat’ın bilinmeyen sebeplerle pek çok eksiği
olduğu söylenirdi. Bunları M. Ertuğrul Düzdağ düzenledi.
Şiir Dili ve Üslûbu
Hayır, hayâl ile yoktur benim alışverişim.
İnan ki: Her ne demişsem görüp de
söylemişim.
Mehmet Âkif’in insan ve toplum anlayışıyla bütünlük gösteren bir üslûbu var. Bunun kaba şakalar ve argo dışındaki günlük kelimelerden oluştuğunusöyleyebiliriz. Konuşturduğu veya sözünü ettiği insanın dilini, bir Karagözoynatıcısı kadar kahramanlarının üslûbuna hâkim olduğunu görüyoruz. Buüslûptaki sadelik ise, sanki sehl-i mümtenidir, kolay ulaşılamaz.
Şiir dili ise bazen lirik, bazen ironik olsa da
her zaman epik, yani destanîözelliğe sahiptir. Çevresini tasvir eden nazım
parçalarında öylesine gerçekçi, öylesine ironik tespitler var ki, Âkif’in
ustalığını teslim etmemekimkânsızdır. Bütün bu farklı şiir türlerinin hepsinde
öyle akıl almayacak kadarişlek bir dil var ki, manzum hikâyeleri okurken bile
şaşırmadan edemiyorsunuz. Bütün bunlar onun kendine özgü bir şiir dili ve
üslûbu olduğunu gösteriyor.
Mehmet Âkif’in hayatı ile Safahat adlı kitabında
yer alan şiirleri okumak, bukahraman milletin asil ruhuyla tarihî ve kültürel
mirasının vazgeçilmezdeğerlerini tanımak demektir. O yüzden de çok basıldığı
halde yeterince okunupanlaşılmadığına emin olduğumuz Safahat’ın okunup
anlaşılabilmesi için gerekliçalışmaların yapılmasının şart olduğunu
düşünüyoruz. Bu bir çeşit Mesneviokumaları gibi seminerlere konu olduğu gibi,
yarışmalara da yol açmalıdır.
Osmanlı’nın toprakları üzerinde, küllerinden
yeniden doğan Anka kuşu gibiyeniden Türkiye Cumhuriyeti’ni kurabilen
milletimizin kültür tarihinde bukitapta anlatılan şeylerin çok önemli ve
vazgeçilmez bir yeri vardır. Yalnızanlatılan şeyler açısından değil, dil ve
edebiyat zevkimizin yenidenteşekkülünde, 20. yüzyılın başında eser veren yazar
ve şairlerin pek çoğu gibiMehmet Âkif’in de vazgeçilmez önemde bir yeri vardır.
Hocası Muallim Naci gibitemiz ve doğru bir Türkçe ile yazmayı, sadeliği her
şeyin temelinde gören biredebiyat anlayışı vardır. Temaları bakımından da
çeşitlilik gösteren Akif’inşiirlerinin bir kısmı manzum hikâye, bir kısmı da
seyâhatnâme gibidir. Bazışiirleri traji-komik sahneler anlatır, hiciv gibidir.
Bir Destan ve Kur’an Şairi
Girmeden tefrika bir millete, düşman giremez;
Toplu vurdukça yürekler, onu top
sindiremez!
…….
Doğrudan doğruya Kur’an’dan alıp
ilhamı,
Asrın idrakine söyletmeliyiz
İslâm’ı.
.…….
Alınız ilmini Garb’ın alınız
san’atını,
Veriniz mesainize hem de son
sür’atını.
Safahat’tan aldığımız bu beyitler, Âkif’in şair ve mütefekkir tavrını da orayakoyar.
Mehmet Âkif, Safahat’tın birici ve yedinci
kitaplarında yer alan, pek çoğuaktüel şartların ve yaşanan hayatın izlerini
taşıyan şiirleriyle tanınmış vesevilmiştir. Bunların yanında, Çanakkale Şehitleri,
İstiklâl Marşı ve Bülbülgibi müstesna şiirleriyle sevilen Âkif, Süleymaniye ve
Fatih camilerindenseslenişlerle Hakkın Sesleri, Hatıralar ve Âsım adlı, her
biri kendi içindebütünlük taşıyan kitaplarında, hem bir destan şairi, hem de
bir Kur’an şairitavrını ortaya koyar. Bu tavrın onun şair kimliği ve dünya
görüşü ile yakındanilgisi var. Özellikle Safahat’ın bütününü dikkatle
incelediğimizde, Osmanlı’nınson dönemine ait kronik bir eser gibidir. Bu
yönüyle Mehmet Âkif, çağının eniyi tanığıdır ve bunda da oldukça başarılıdır.
Bu şiirlerde anlatılan tarihî olaylarla bazı
şiirlerin baş tarafında yer alanKur’an’dan seçilmiş ayet mealleri, o şiirlerin
hangi ölçüler ışığında ortayaçıktığını açıklayacak niteliktedir. Bir ahlâk
âbidesi sayılabilecek kadardürüst bir tavrı olan bu şairimiz kadar hayatı,
eseri ve dünya görüşübirbiriyle bütünleşebilen çok az şairimiz vardır. Devlet
tarafından kendisinehazırlaması teklif edilen Türkçe Kur’an mealini, Türkçe
ezandan sonra Türkçenamaza malzeme olur diye tamamladığı halde teslim etmeyecek
kadar tedbirlidirve eserini korur. Kendi inancına göre de vicdanını rahatsız
eden her türlüveballi işe karşı hassasiyet sahibidir.
Sebilürreşad dergisinde yayınlandığı halde, kültür
hayatındaki batıcılarınbaskısıyla Hatıralar’ın ilk baskısındaki Berlin
Hatıraları adlı kitabında yeralmayan 98 mısralık bölümü, Tevfik Fikret’le
girdiği Tarih-i Kadimtartışmalarıyla ilgilidir. Gençlik yıllarında şiirini
beğendiği, ama bumanzumedeki inançsızlık kokan mısralara kızdığı için samimi
inancını savunanMehmet Âkif, Fikret hayranı batıcı aydınlar arasında çok düşman
kazanmıştır. Buonun için nasıl edebiyat dostlarından bir kısmını kaybetmek
anlamına geliyorsa, İstiklâl Savaşı’nı desteklemek maksadıyla her cepheye
koşması da ailesinibüsbütün ihmal anlamına geliyordu. Çünkü o dinini, namusunu
ve vatanını savunankahramanları her şeyden çok seviyordu.
Osmanlı’nın çöküşü ile İstiklâl Savaşı’nı hazırlayan şartlar ve bir milletinyeniden tarih sahnesine zafer ve kahramanlıklarıyla doğuşu için gereken umut vefedakârlığı bizzat kendisi sergilemiş ve bununla da çevresine örnek olmuştur. Bütün bunları yüz yıla yakın bir zamandır elden ele dolaşan Safahat’ı okuyarakda anlayabiliriz. Özellikle Safahat’ın son kitabı olan ve gönüllü bir sürgününbütün hüznünü yansıtan Gölgeler adlı kitapta yer alan şiirler de fedakâr birşairin konuşmaktan çok susmayı tercih ederek milletine verdiği mesajları ortayakoyar.
Hakkın Sesleri ile pek çok şiirinde ayetlerden yola çıkarak yazdığı şiirlerlenasıl bir Kur’an şairi olduğunu ortaya koyuyorsa, öylesine ciddî birhassasiyetle hazırladığı Kur’an mealini Diyanet’e teslim etmemekle de Âkif, inandığı kitabın istismarını önlemiştir. Bu da onun nasıl titiz bir İslâm veKur’an şairi olduğunu ortaya koymaktadır.
Âkif’in Mizacı ve Dünya Görüşü
“Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem,
Gelenin keyfi için geçmişe asla
sövemem.
Biri ecdadıma saldırdı mı hatta
boğarım,
Boğamazsam hiç olmazsa yanımdan
kovarım.
Üç buçuk soysuzun ardından zağarlık
yapamam
Hele hak namına ölsem haksızlığa tapamam.
Yumuşak başlı isem kim demiş uysal
koyunum?
Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez
boyunum.
Kanayan bir yara gördüm mü yanar ta
ciğerim
Onu dindirmek için kamçı yerim,
çifte yerim,
Adam aldırma da git, diyemem
aldırırım
Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar
kaldırırım”
Mehmet Âkif’in mizacını ve dünya görüşünü bu mısralardan daha iyi ifade etmekmümkün değildir. Çünkü onun muhtelif şiirlerinden seçilerek vecize gibitekrarlanan, sanat, siyaset ve din adamlarının çok kullandığı beyitleri vemısraları, benzeri az görülen bir yaygınlığa ulaşmıştır. Bu milletin tarihi vedinî değerlerine yabancı olmayan herkesin âşina olduğu ve benimsediği busözler, gerçekten de okur-yazarlarımızın bir kısmının söz dağarcığındadır.
Başlangıçta İttihatçılara inanarak İkinci Meşrutiyet’in
hürriyet getireceğine, bununla ülkemizi yönetenlerin İslâm’ın meşveret ilkesine
göre hareket ettiğini, o yüzden de Cemiyet’e güvenerek aralarına girdiğini
görüyoruz. Çok kısa birzamanda sükût-ı hayâle düşen şairimiz, rasyonalist bir
tavırla İslâm’ıyorumlayan Cemaleddin Efgani ve Muhammed Abduh gibi yenilikçi,
hatta reformisttavırlı düşünürlerin görüşlerine itibar etmiştir. Selefi
yorumlarla tasavvufmensuplarının tevekkülü yanlış anladıklarını savunmuş, ama
son yıllarındabunlardan da vazgeçmiştir. Pozitivizmi, materyalizme yol açtığını
gördüktensonra büsbütün eleştirmiştir.
Öte yandan onun gibi Batı ile İslâm dünyasını bu
kadar dolaşıp perişanlıklarıgördükten böyle düşünen azdır. Dünyada resmî
kayıtlara adı hem “İslâm şairi” vehem de “İstiklâl Marşı şairi” olarak geçmiş
çok az şair vardır. Safahat böylebir şairin sanatıyla hayatını birleştiren bir
eserdir. O yüzden Âkif’inşiirleri iyi okunmalı ve yeni nesiller tarafından
anlaşılmalı.
Âkif ve Âsım
Bugünkü Türkiye, daha çok 20. yüzyılın başındaki şair ve fikir adamlarının rüyasıdır.
Bu Türkiye rüyalarının bir kısmı yabancılaşmayı
hedef alır. Bazılarınınkiaçıkça iflas ettiği için kendileri de itiraf ediyor.
Bunlardan bazılarıüzerinde belgeseller, drama dizileri yapılıyor ve yapımcıları
bile bu rüyalarınbirer kâbus olduğunu vurgulamaktan kurtulamıyor.
Çanakkale Şehitleri için savaşın en hararetli
günlerinde yazdığı şiir, Asımadlı tek şiirlik manzum diyaloglar kitabına
girmiş, fedâkâr ve idealistgençliğin destanı olmuştur. Bu gönüllü medreseliler
savaşının nasıl birbağımsızlık meşalesi yaktığını ve bunun da Birinci Dünya
Savaşı mağlubiyetininardından İstiklâl Savaşı’nın ışığı olduğu biliniyor.
Anadolu’nun her tarafındaşahlanan direniş hareketleri Mehmet Âkif’ten daha
büyük bir sözcü bulamamıştır.
İstiklâl Savaşı’nın en muhataralı yıllarında
Anadolu şehirlerini dolaşarakcihat ruhunu canlandıran ve İstiklâl Marşı’nı da
bu ruhla yazarak “kahramanordumuza” armağan ettiği için de Safahat kitabına
almayan Âkif’in ne kadar asilbir ruha sahip olduğunu görüyoruz.
Milletin kendi gücüyle kurtuluşuna gerçekten inandığı için de Birinci DünyaSavaşı ile birlikte çeşitli cephelerde çarpışan Türk ordusuna yardımcı olmakiçin Teşkilât-ı Mahsusa’nın hizmetine girer ve Çanakkale’de vatanın namusu için çarpışan aslanların yanında, onlara gönülden destek olan mısraları yazar ve bu mısraların da yer aldığı Âsım adlı şiirini, bu ülke gençliğinin benimseyebileceği idealleri dile getirmeye adar. Bu kitabın yankısı da büyükolur.
Biz her türlü çileye ve sıkıntıya rağmen, bu milletin tarihi misyonuna bağlı şair ve yazarlarımızın Türkiye rüyalarından milletimizi haberdar etmeyi ve bu rüyalar etrafında ittifak etmeyi bilmeliyiz. Eğitim ve öğretimde iyi örneklerneden gerekiyorsa, Mehmet Âkif’le onun gençliğe örnek gösterdiği Âsım’ınvasıflarını da öyle öğretmeliyiz. Çünkü bu nesil Çanakkale ve İstiklâlSavaşları’nı kazanmış, Osmanlı’nın küllerinden yeni bir devlet ortayaçıkarmıştır.
Bu milletin sahte elitlerle ruhen yabancılaşmış
aydın ve politikacılartarafından yönetilmesine de epeyce bir zaman tahammül
edilmiştir. Bununönlenmesi için verilen demokratik mücadeleler çeşitli
darbelerle önlenmeyeçalışılmış; iç ve dış destekli derin güçler bu milletin
iradesine her dönemdeipotek koymaya çalışmış, ama başaramamışlardır.
Mehmet Âkif de Ömer Seyfettin, Yahya Kemal, Necip
Fazıl ve Arif Nihat gibiçağdaşımız olan şahsiyetlerle birlikte insan ve dünya
görüşümüzün temsilcileriolarak dikkatle ele alınıp gençliğe tanıtılması
gerekir. Bunu da kamukuruluşlarının her yıl daha farklı programlarla sürdürmesi,
ruhî değerlerimizinve mânevi dünyamızın teşekkülündeki yerlerini ve mesajlarını
her nesleanlatmaya çalışmaları millî bir görevdir. Bunların temsil ettiği
değerlerinanlamı, Âkif ile Asım’ın Nesli’nin bu toplumun tarihi oluşumundaki
önemliyerleri iyi bilinip gençlere benimsetilmeden, bu ülkenin geleceği
belirsizdir, yabancılaşmanın tehdidi altındadır.
İstiklâl Marşımızın şairi Mehmet Âkif ile yakın
dostlarının ahlâkî vasıflarıylaher alandaki tutumlarının, yalnız bizim için
değil, insanlığın kurtuluşu içinvazgeçilmez birer değerdir. Bunların önemi
üzerinde yeterince durulmazsa, resmîideoloji taraftarlarının telâkkileri egemen
olur, Tevfik Fikret’le Nâzım Hikmetde gençliğimize örnek gibi sunulur.
Mevlânâ ve Yunus Emre’den Şeyh Galib’e kadar
klasik şairlerimiz yeterincetanınmazsa, millî kültürümüzün temel
dinamiklerinden mahrum kalırız. Bu bizdetarih şuurunu yok eder. Sonra da bu
ülkenin vatan haline gelebilmesi içinhayatlarını feda eden insanların kadri
bilinmez. Biz, bizi biz yapan değerlerikaybedersek, kültür adamlarıyla
padişahlarının büyük çoğunluğu şair olan birmilletin gençliği şiire yabancı
yetişirse, onların bir bölümü yok olur. DedeKorkut, Nasreddin Hoca, Hacı Bektaş
ve Hacı Bayram Veli gibi âbidevişahsiyetlerle birlikte, her bölgedeki önemli şahsiyetleri
anlatmak için debenzer faaliyetler yapılmalıdır.
Mehmet Âkif’in 70. ölüm yıldönümünden sonra
eserlerinin mîri malı oluşunun butoplumda başka yansımaları olmalıydı. Artık
onun eserleri ve hayatı belgeseldramalarla, tiyatro, film ve nesillere sadeleştirme
konusu olarak gençnesillere aktarılmaktadır. Bunun önemli bir kültürel
zenginliğe yol açabilmesiiçin, her çevreden kültür kuruluşlarının faaliyeti
gereklidir. 12 Mart’ınİstiklâl Marşı’nın kabul yıldönümü olması, ardından da 18
Mart’ın ÇanakkaleZaferi’nin yıldönümü olarak kutlanması, Âkif ile Asım’ın
Nesli’nin birlikteanılmasına yeterli…
Doğum ve ölümü Aralık ayına rastlayan ve 63 yıl
yaşayan Âkif’in ÇanakkaleZaferi’yle İstiklâl Marşı yıldönümüyle anılması güzel
bir tevafuk. Çünkü Çanakkale Zaferi, Asım’ın Nesli’nin zaferidir.
Âkif ile Asım’ın Nesli’nin bu toplumun
oluşumundaki önemli yerleri iyi bilinipgençlere benimsetilmeden, bu ülkenin
geleceği belirsizdir, yabancılaşmanıntehdidi altındadır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumunuz alınmıştır. Teşekür ederiz..