Osmanlı Devleti’nin son döneminde Arap bölgelerinde Arap ulema ile
Arap düşünürlerinin ve aydınlarının İmparatorluk içindeki ağırlıkları, farklı
eğilimler gösteren ulemanın ve aydınların toplumu etkilemede kullandıkları
yöntemler, Arap toplumuna etkileri, devlete ve batıya bakış açıları
araştırılması gereken önemli bir konudur. Özellikle Sultan Abdulaziz dönemi,
Sultan II. Abdulhamid dönemi ve İttihatçılar’ın ağır bastığı İkinci Meşrutiyet
sonrası
dönemler ayrı ayrı ele alınmalıdır. Son zamanlarda ciddi çalışmalar
olmakla birlikte, çalışmalar yeterli görülmemelidir. Müslüman aydınlar ve
özellikle Türk aydınlar, Arap dünyasına daha yeni yeni açılmaya başladılar.
Arap araştırmacı ve aydınları Osmanlıyı artık kendi kaynağından araştırmalı,
Türkçe’yi iyi bilen çok sayıda Arap araştırmacı yetiştirmelidir. Batılı
araştırmacıların eserleri ve yorumları üzerinden birbirimizi tanıma utancından
kurtulmamızın zamanı geçiyor. Türklerle Araplar arasındaki önyargıları gidermek
için Müslüman aydınlar İmparatorluğun son dönemini iyi araştırmalı, kafa
karıştıran ve düşmanlığa neden olan bilimsel olmayan rivayetlere itibar etmemelidir.
Son zamanlarda Ortadoğu’da esen birleştirici rüzgara bu araştırmalar olumlu
katkı sağlayacağından kimsenin şüphesi olmasın. Artık Araplar Çanakkale
Savaşı’na veya Birinci Dünya Savaşı’na katıldı mı katılmadı mı, Kürtler şu
savaşa katıldı mı katılmadı mı gibi çocukların bile tahmin edeceği düzeysiz
soruları geçelim. Bugün Türkiye’nin hangi bölgesinde askere gitmesi gereken
gençler, aileleri veya çevreleri tarafından askere gitmelerine engel olunuyor?
Hangi etnik grup askerlikten kaçtı? Osmanlı Devleti’nde Müslüman bir kesimin
askere gitmemesi veya askerlikten alıkonduğu düşünülemez. Askere gitmesi
gereken asker gideceği yere kendileri zaten karar veremezler. Bu durum zamanın
genelkurmayının ihtiyacına ve planlamasına bağlı karar verdiği bir durum.
Osmanlı Devleti sınırları içinde yaşayan herkes devletin vatandaşı. Müslümanlar
için ayrıca dinen devlete bağlı olma zorunluluğu var. Çünkü devletin başında
halife var. Devlet, ümmet olma bilincini asırlardır özümsemiş, Müslümanların
devleti. Ortak bir medeniyete, kültürel birikime, hatta eğitim kitaplarına ve
dillerine sahip bir ümmetin devletinden bahsediyoruz. Araştırmalarımıza bu
çerçeveden bakmak zorundayız. Buna uymamış ve bu birlikteliğe zarar vermiş
tarihi şahsiyetlerin yol açtığı tahribatı şahsi hatalar olarak değerlendirmek
zorundayız. Böyle değerlendirmemenin nedeni ya artniyet veya bilgi eksikliği
olabilir. Bilgi eksikliği giderildiği zaman, artniyetin zemini ortadan kalkar.
Kaldı ki, bazı bölgelerde zaman zaman farklı etnik kökenlere mensup Müslümanların
isyanları her zaman olmuştur. Bu isyanlar nedeniyle hiçbir ırk töhmet altında
bırakılmamıştır.
Kavalalı Mehmet Ali Paşa
Olayı bir Arap İsyanı mıydı?
Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın Sultan II. Mahmut döneminde isyan edip
Suriye’yi alarak Anadolu’ya kadar gelmesi, Osmanlı ordusunun Mısır ordusu
önünde ağır bir yenilgi alması, Osmanlı’nın düşmanlarını şaşırttığı gibi Arap
tebayı da hayrete düşürmüştü. Devletin bu kadar güçsüz durumda olması,
İmparatorluğun içinde de prestij kaybına neden oldu. Osmanlı Devleti’nin
düşmanları olan Rusya ile İngiltere’nin araya girmesiyle Kavalalı Mehmet Ali
Paşa’yı Anadolu’dan ve Suriye’den Hidivlik sıfatı verilmesiyle çıkartılmaya
razı edilmişti. Bu olay özellikle Şerif Hüsiyin’in oğlu Abdullah ( Sonra
Ürdün’ün ilk kralı olan Kral Abdullah ) tarafından ilk Arap bağımsızlık
hareketi olarak gösterilir. Arap Ayaklanması olduğu 1916’daki ayaklanma için
ikinci bağımsızlık hareketi olarak ilan eder. Kavalalı olayından sonra Kırım
savaşı olarak bilinen Osmanlı-Rus savaşı esnasında Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın
dostu olan zamanın Mekke Şerifi Abdulmuttalib b. Galib Hicaz’da bağımsızlık
amaçlı bir ayaklanma başlatmışsa da başarılı olamamıştır. Gerçekte Kavalalı
olayı Arap ayaklanması ile uzaktan yakından alakası olmayan bir Osmanlı
Paşası’nın isyanıydı. Kaldı ki, bunu planlayan ve icra eden Kavalalı Mehmet Ali
Paşa Arap değildir. Arap olmadığı gibi Araplar için ortaya çıkmış biri de
değildir. Tamamen şahsi emeller için ortaya çıkmış bir kişidir. Osmanlı
Devleti’nde ayaklanan valiler olmuştur. Bu olay bir ilk de değildir. Bunun gibi
örnekleri olmakla birlikte devletin güçlü olduğu dönemlerde kolaylıkla
bastırılmış, devlete kalıcı bir zarar vermeyen olaylar olarak tarih
sayfalarında yerini almıştır.
ARAP AYDINLARININ HAK
TALEPLERİ
Araplar’ın kurduğu cemiyetlerden bazıları üzerinde durmak
istiyorum. Bu cemiyetlerden bir kısmı hayır ve eğitim işleriyle ilgilenirken
bir kısmı da siyasi ve fikir kulüpleri şeklinde kurulmuş cemiyetlerdir.
Özellikle II. Meşrutiyet’ten önce ve sonra olmak üzere bu cemiyetleri ayırmak
gerekir. Siyasi amaçlı kurulan cemiyetlerin bazısı, Araplar’a daha fazla haklar
talep etmek amacıyla kurulmuş cemiyetlerdir. Bir kısmı ise siyasi hakların
gerektiğinde silahla elde edileceğine inanan cemiyetlerdir. İlk kurulan Arap
cemiyetlerin ideolojik cemiyetler olduğunu söylemek hata olur. Şunu hatırdan
çıkarmamak gerekir: Özellikle II. Meşrutiyet öncesi dönem olan II. Abdulhamid
döneminde Araplar’da Türkler’e yönelik bir düşmanlık aranamaz. O zamanın
Araplar’ında egemen olan düşmanlık Hıristiyanlar’a ( Batılılar’a ) yönelik
düşmanlıktır. Zamanın Arap aydınları ile alimlerinin çoğu batılı düşünce tarzı
ile batılı yaşam tarzının zamanla Ortadoğu’da batılılar için bir güç merkezine
dönüşeceğini, bu güç merkezlerinin batılılar tarafından desteklenerek İslami
yaşam tarzı önünde bir engel haline geleceğinden korkuyorlardı. Bu güç
merkezlerini vesile kabul edecek olan batılıların zamanla Ortadoğu’yu işgale
kadar götürecek bir sürecin başlangıcına götüreceğinden endişe ediyorlardı. Bu
aydınlar Osmanlı’nın yıkılması durumunda Ortadoğu’nun, dolayısıyla Arap
bölgelerinin birden çok batılı güç tarafından mutlak bir işgale uğrayacağını,
bunun geri dönülemez yıkımlara yol açacağını hesap ediyorlardı. Bu düşünce
nedeniyledir ki, Osmanlı Devleti’ni korumak Araplar için de hayati öneme
sahipti. Arap aydınlarının kurdukları cemiyetlere ve onların arasında geçen
konuşmalara baktığımız zaman, daha çok Osmanlı Devleti’nin yönetiminde daha
etkin rol almak istedikleri ile ilgili görüşler ağır basar. Hatta II.
Meşrutiyet’ten sonra silahlı mücadeleyi ileri süren bir grup Arap subayının
kurduğu Ahd Cemiyeti bile ayrılmaktan ziyade haklarını silah zoruyla
alacaklarına inananlardı. Kısacası sosyal ve ekonomik reformlar yapılması ile
Araplar’ın İmparatorluğa ortak edilmesi üzerinde yapılan taleplerdir.
Arap Uyanışı ne demek?
Bugün siyasi bir terim olarak kullanılan “ Arap Uyanışı “ terimi de
yanlış bilinen ve kullanılan farklı bir anlamı vardı. Arap Uyanışı’ndan
kastedilen Araplar’ın bağımsızlığı değil, bilakis Avrupalılar’a karşı
Müslümanları ve kurumlarını korumak için yeniden dirilişi, İslamiyet’e daha
köklü dönüşü ifade eden bir terimdir. Aslında Osmanlı Devleti’ni eskiden olduğu
gibi arındırma ve güçlendirme hareketidir. Bu hareketin başında bizzat Sultan
II. Abdulhamid’in kendisi ve görevlendirdiği Arap aydın ve alimleri var.
Sultan, Arap vilayetlerinin durumunu iyileştirmek için çok sayıda reformlar
yaparak, İslam dininin daha da kök salmaya çalıştı. Araplar halifenin
düşmanları olan Hıristiyanlar’a karşı daha da sert davrandılar. 1895’te
Bedeviler Hicaz’da yabancı konsoloslara saldırması, Fransız, Rus temsilcileri
yaralamaları, İngiliz temsilciyi öldürmeleri buna iyi bir örnektir. Bu Cidde
Olayı Osmanlı Devleti’nin başını ağrıtsa da nedeni gayet açıktır.
Arap Uyanışı anlam olarak İslam’a dönüş, ümmetin bilinçlenmesi
anlamında kullanılırken, sonraki dönemde bu, Osmanlı’ya karşı ayaklanma ve
isyan olarak kullanılmıştır.
İlan-ı cihad üzerine kafile-i mücahidine iltihak eden Necid
rüesa-yı urbanı ( Necid Araplarının ileri gelenlerinin Birinci Dünya Savaşında
cihad ilanından sonra mücahidlere ( Osmanlı Ordusuna ) katılmaları.
Sebahattin Arslan* /
TIMETURK
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumunuz alınmıştır. Teşekür ederiz..