Türk askerinin 30 Ağustos zaferinden sonra Yunan askerlerinin İzmir tarafına
kaçtığını ifade eden İhsan Kayseri “Yunan askerini kovalayan 2. Süvari Alayı’nda
4. Bölük Onbaşısı olan Ali Atar 9 Eylül sabahı şafak vaktinde İzmir Hükümet
Konağı’na Türk bayrağını çekme şerefine erişmiştir” dedi. Kayseri, 2. Bölük
Komutanı Yüzbaşı Şerafettin’i Mustafa Kemal’in kutlayarak “Benim aslan Şerefim,
bugüne kadar verdiğim bütün görevleri en iyi şekilde eksiksiz yaptın ve
başardın. Seninle gurur duyuyorum” dediğini aktardı.Kayseri, Süvari Onbaşı Ali Atar’ın 1898 tarihinde dünyaya geldiğini 1. Dünya
Savaşı sırasında Çanakkale savaşlarına katıldığını, savaştan sonra ordunun
dağılması üzerine Konya’ya döndüğünü, Milli Mücadele başladıktan sonra da tekrar
askere alınan Süvari onbaşı Ali Atar’ın bir ara Yunanlılara esir düştüğünü, bir
fırsatını bulduktan sonra da kurtularak bölüğüne kavuştuğunu anlatarak “Ali Atar
Dumlupınar, Eskişehir, Uşak cephelerinde süvari olarak düşmanla boğuşmuş,
özellikle de çok sevdiği yüzbaşısı Şerafettin beyle birlikte bir gönüllü süvari
kıtası ile İzmir’in hükümet konağına Türk bayrağını çeken ve İzmir’e ilk
girenlerdendir” dedi.
İzmir’den sonra düşmanla Bursa, Dikili, Kırkağaç cephelerinde de çarpışan
süvari onbaşısı Gazi Ali Atar’ın savaş sonrasında 1923 de terhis edilerek
Konya’ya döndüğünü anlatan Kayseri, Atar’a 1969 yılında İstiklal Madalyası
verildiğini, maaşa bağlandığını, 1971 yılında geçirdiği trafik kazasında 73
yaşında ebediyete intikal ettiğini kaydetti. Kayseri “Büyük kahramanı İzmir’in
düşman işgalinden kurtuluşunun yıldönümünde rahmetle ve minnetle anıyoruz”
dedi.
Süvari Onbaşı Ali Atar, hatıralarında İzmir’e girişlerini şöyle anlatıyor
:
“Nif’teyiz. Bölüğümüze istirahat verildi. Süvari alayımızın diğer bölükleri
de oradalar. Manisa, Alaşehir, Salihli ve diğer cephelerde düşmanı takip
ettikten sonra nihayet ilk defa bize ve atlarımıza mola verildi.
Yüzbaşımın atına ve kendi atıma yem verdim. Sonra da onların yanına yan gelip
dinleniyordum. Uyuklamaya başladığım bir anda bölüğün postası koşarak yanıma
geldi: “Kalk Ali Onbaşı! Yüzbaşım acele seni istiyor” dedi. Hemen kalktım, gelen
postaya sordum: “Yüzbaşım şimdi nerede?” Biraz ilerideki incir ağaçlarının
bulunduğu yeri gösdererek: “İşte orada!” dedi.
Büyük bir heyecan ve merakla koşarak yüzbaşının bulunduğu yere vardım. Bir de
ne göreyim? Süvari alay ve bölüklerinin tüm subay ve komutanları orada
toplanmışlar, halka olmuşlar, halkanın ortasında oturanları dinliyorlardı.
Dikkatle onlara baktım, Gözlerime inanamadım. Mustafa Kemal Paşa İsmet İnönü,
Fevzi Paşa orada değiller mi? Ben onlara dalgın ve şaşkın bir şekilde bakarken
birden yanıma dikilen yüzbaşı Şerafettin Beyin sesi kulağımda çınladı:
“Ali Onbaşı geldin mi?” dedi.
“Evet Yüzbaşım, beni emretmişsiniz” dedim.
“İzmir’e bayrak dikmeye gideceğiz” dedi.
“Delirdiniz mi siz yüzbaşım. Daha İzmir düşman işgali altında” diyebildim.
Yüzbaşım kararlı ve sert bir tavırla:
“Hayır, aklım başımda!” dedi ve ilave etti:
“Hemen bölükten 30 kadar er seç. Tabii gönüllülerden olacak. Seçtikten sonra
atların ayaklarına keçe bağlanacak. Durma, çabuk ol!” dedi. İtiraz edecek oldum,
ettim de:
“Yüzbaşım bu kadar subay içinde sizden başka yok mu? Burada bir sürü subay
var. Neden onlar gitmiyor da böyle zor ve tehlikeli işlere hep siz
gidiyorsunuz?” dedim. Bu sözlerime kızdı, ama ses çıkarmadı. Dalgın ve
düşünceliydi. Neden sonra dalgınlığından sıyrılarak “Anamız bizi bu günler için
doğurdu. Haydi gidiyoruz. Gerekli hazırlığı yapalım” dedi. Birlikte bizim
bölüğün bulunduğu tarafa doğru yürüdük. Bölüğü toplamamı söyledi. Bir düdük
çaldım, bölük toplandı. Bölüğün içinden cesur, yürekli askerlerden 30 kişi
seçti. Yüzbaşım seçtiği askerleri başına toplayarak:
“Arkadaşlar! İzmir’e bayrak dikmeye gideceğiz. Bu görevi bana Başkomutanımız
Mustafa Kemal paşa verdi. Bu işi yaparken ben ölebilirim, siz ölebilirsiniz.
Afyon’dan beri düşmanın peşindeyiz. Durmadan kaçıyor; artık iyice sıkıştı.
Korkmayın çok yakında zafer bizim olacak! Vatan için kanımız, canımız helal
olsun. Verilen bu kutsal görevi mutlaka yerine getireceğiz” dedi.
Yüzbaşım çok duyguluydu, biz de heyecanlanmıştık. Ölüm korkusu denen şey
üzerimizden uçup gitti.
Gerekli hazırlıklara başladık. Atlarımızın karnını doyurduk, bakımlarını
yaptık. Nihayet akşam oldu. Bize Yunan askerlerinin giydiği elbiselerden
verdiler. Elbiseleri giydik. Atlarımızın ayaklarını da keçeledik. Yüzbaşımızın
emri üzerine, kararlaştırılan saatte gecenin karanlığında İzmir’e doğru hareket
ettik.
Sabuncu Beli’nden geçti. Mersinli Yolu ile İzmir’e akarken, Tuzluoğlu
Fabrikası’nın yanından geçerken şiddetli bir yaylım ateşine uğradık. Buradan
şimşek gibi geçerek Kordonboyu’na çıktık. Kordonboyu’ndan ilerlerken bir İngiliz
müfrezesi tarafından selamlandık.
Hükümet Konağı’na doğru ilerlerken önünden geçmekte olduğumuz bir evin
balkonundan Rum karısı üzerimize el bombası attı. Atılan el bombası Yüzbaşımız
Şerafettin Beyin atının tam boynunun üzerine düştü. Düşmesiyle atı, ön ayakları
üzerine dikildi kaldı. Şerafettin Bey’de atının önüne düştü. Yüzbaşının atı
derhal öldü. Bereket versin Yüzbaşıya bir şey olmamıştı. Hemen ben yedeğimde
getirdiğim atı Serafettin Bey’e verdim. Ata bindi ve hep birlikte oradan
uzaklaştık.
Hükümet Konağı’nın önüne vardığımızda Yunan bayrağı dalgalanıyordu. Oraya
varır varmaz Şerafettin Bey bana:
“Haydi Ali Onbaşı atla!” diye emir verdi. Atımı yanımdaki arkadaşıma verdim.
Yıldırım hızı ile belimde dolalı bayrağı çıkarıp koştum. Bayrak direğinin
bulunduğu yere tırmandım. Gavurun bayrağını indirdim. Kendi bayrağımızı direğe
çektim. Bayrağı direğe çekerken ellerim birbirine dolaşıyordu. Çok
heyecanlıydım.
Bayrağı çektikten sonra olanca hızımla aşağı indim. Atıma atladım. Tıpkı
gelirken olduğu gibi süratle oradan ayrıldık. Şafak zamanıydı. Ortalık karanlık,
göz gözü görmüyordu. Geldiğimiz yollardan geçiyorduk.
Tam İzmir’in dışına çıkıyorduk ki, elinde su kovası bulunan bir kadın gördüm.
Kadının yanına varır varmaz attan atladım. Çok susamıştım. Ağzımın içi kurumuş,
dudaklarım birbirine yapışmıştı. Kadının elindeki su kovasına yapıştım. O
asılır, ben asılırım. Nihayet kovayı aldım. Hem içiyor, hem de mataramı
dolduruyordum. İşim bitince yanımda bekleyen atımın üzerine yıldırım hızıyla
fırladım. Cadde ve sokaklarda kimsecikler yok. Bizimkilerin gittiği tarafa atımı
hızla sürdüm. Nereye gidileceğini bir türlü bilemiyordum.
Ben su içmek için yolda eğlenince onlar; İzmir’in dışına varmışlar.
Şerafettin Bey beni aralarında göremeyince:
“Ali Onbaşı nereye gitti?” diye sormuş. Arkadaşlar da:
“Arkamızdan geliyordu” demişler. Bunun üzerine Şerafettin Bey, derhal bir
arkadaşı geri çevirerek beni aramasını söylemiş. Tesadüf bu ya… Yolda gelirken
arkadaşla karşılaştık. Arkadaş beni görünce:
“Yahu nerede kaldın? Merak ettik. Yüzbaşı seni aramam için beni
görevlendirdi” dedi. Durumu anlattım.
Biraz sonra Yüzbaşı ve arkadaşların bulunduğu yere vardık. Atlarını bir
kerpiç çukurunun içine çekmişler, bekliyorlardı.
Oraya varınca ortalık biraz ışıdı. Artık göz gözü görmeye başladı. Bu arada
Yüzbaşımın atının sağrılarının kana batmış olduğu dikkatimi çekti. Bombanın
atıldığı sırada Yüzbaşının elleri de yaralanmış.
Yüzbaşı Şerafettin Bey benim kendilerinden ayrılmama ve arkada kalmama
kızmıştı, fakat sesini çıkarmadı. Beni görünce:
“Gazlı bez, pamuk var mı? Hemen şu ellerimdeki yaraları sar” dedi. Gerçekten
elleri kan içindeydi. O ana kadar ellerinin yara aldığını bildirmemişti.
Kapıtımın cebinde gazlı bez ve pamuk taşırdım. Derhal çıkardım. Ellerini sardım.
Yüzbaşı Şerafettin Bey oldukça serinkanlıydı. Aldırış etmez görünüyordu.
Yaralarını sardıktan sonra bizleri tekrar çevresine topladı:
“Kaputları şöyle çekin bakalım” dedi. Söylediklerini yaptık. Bu arada bir
ışık yakıldı. Yüzbaşı cebinden kağıt kalem çıkardı. Kısa bir mektup yazdı,
mühürledi. Sonra tabancasını çıkardı ve tabancasına iki tane işaret mermisi
soktu. Bir el Bornova, bir el de Menemen tarafına doğru attı. Biraz sonra
bulunduğumuz yere bir Süvari çıkıp geldi. Yazdığı mektubu gelen süvariye verdi.
Süvari mektubu alır almaz oradan uzaklaştı.
Artık şafak sökmüş , ortalık iyice aydınlanmıştı. İzmir’i bütünüyle
görebiliyorduk. Biz hükümet meydanına bayrak asarken, aynı anda bir süvari
kıtası da Kadifekale’ye bayrak asmış. Kadifekale’ye bayrağı çekenin 4. alay
Kumandanı Reşat Bey olduğunu daha sonra Yüzbaşı Şerafettin Bey’den öğrendik.
O sabah İzmir’e Türk Bayraklarının asıldığını gören Yunanlı büyük bir paniğe
kapılmış, neye uğradığını bilememiş. Artık İzmir’den sökün etmiş kaçıyordu.
İzmir bayrakların asıldığı o günün sabahı tarihi bir gün yaşıyordu. Bu durumu
biz bulunduğumuz yerden hissediyorduk. İzmir’de Türk halkının sevinci sonsuz
derecede idi.
Mustafa Kemal ve yanındaki paşalar İzmir’e bayrakların asılışını Belkahve’den
izliyordu. İşte yine Yüzbaşı Şerafettin Bey başımızda olduğu halde Belkahve’de
Mustafa Kemal ve diğer paşaların karşısındayız. Mustafa Kemal Paşa bizi görünce
oturduğu yerden gülerek ayağa kalktı. Yüzbaşımız Şerafettin Bey’i kucaklayarak
öptü; sonra da tek tek bizlerin elini sıktı, daha sonra:
“Arkadaşlar büyük bir iş başardınız. Türk milleti bu büyük hizmeti ve
fedakarlığı hiçbir zaman unutmayacaktır” dedi.
Yüzbaşımız Şerafettin Bey’e dönerek şunyları söyledi:
“Benim aslan Şerefim. Bugüne kadar verdiğim bütün görevleri en iyi şekilde
eksiksiz yaptın ve başardın. Seninle gurur duyuyorum”
Bu sözlerden sonra oradaki öbür paşalar da Şerafettin Bey’i ve bizi tebrik
ettiler.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumunuz alınmıştır. Teşekür ederiz..