8 Aralık 2010 Çarşamba

Yitik Şair:Tevfik Fikret

Tevfik Fikret Türk Edebiyatı Tarihinde üzerinde en fazla durulmuş, hayatı, şahsiyeti, dünya görüşü ve sanatı hakkında uzun münakaşalar yapılmış, enteresan bir şâirdir. Şimdiye kadar onun hakkında birbirinden çok farklı hükümler verilmiş, çok değişik değerlendirmeler yapılmıştır. Meselâ, o, büyük bir ahlâk âbidesi olarak gösterildiği gibi ahlâksızlıkla da itham edilmiş, sadece insanlık için yaşadığı iddia edildiği gibi bencillikle de suçlanmış, çok derin olarak değerlendirildiği gibi çok sığ olarak da değerlendirilmiş, büyük bir vatanperver olarak gösterildiği gibi kozmopolit olarak da gösterilmiş, bir ateist olarak tanıtıldığı gibi, bunalım içinde olduğu bir devresi dışında çok dindar biri olarak da tanıtılmıştır.
Acaba Fikret, bunlardan hangisidir? İşte biz, bu yazımızda bu sorunun cevabını vermeye çalışacağız. Bunun için de onun, hayatı, şahsiyeti ve sanatı üzerinde duracağız. 

Fikret, 24 Aralık 1867’de İstanbul’da doğar. Baba tarafı Çankırı’lıdır. Baba dedesi Ahmet Ağa, Çankırı’nın Çerkeş köyünden gelmiş, İstanbul’a yerleşmiştir. Ahmet Ağa, oğlunu yani Fikret’in babası Hüseyin Efendi’yi o devrin en iyi mektebi sayılan îrfani Rüşdiyesi’nde okutur. Çok dindar, son derece saf ve temiz bir baba olan Hüseyin Efendi Hama, Nablus, Akka, Urfa ve Halep mutasarrıflıklarında bulunur.

“Fikret’in annesi Hatice Refia Hanım ise, annesi ve babası ihtida etmiş (yani sonradan müslüman olmuş) bir Sakız’lı rum ailesinden gelir” (1). Fakat Hatice Refia Hanım çok dindar bir kadındır. Hacca gitmiş, orada koleradan vefat etmiştir. Böylece oniki yaşında annesini kaybedip öksüz kalan Fikret, bir mühtedi (din değiştirmiş) olan anneannesinin yanında büyür. 

İstanbul Aksaray’da Mahmudiye Rüşdiyesi’nde başladığı tahsil hayatını, o devirde devletin en parlak okulu olan Mekteb-i Sultani’de (Galatasaray Lisesi) devam ettirir ve 1888 yılında bu mektepten birincilikle mezun olur. Daha 21 yaşındadır. 

Okulunu bitirir bitirmez, Hariciye istişare Kalemine kâtip olur. Fakat bir yıl sonra maaşını alamamasından dolayı bu görevinden istifa eder. 1890 yılında İstanbul Gedikpaşa’daki Ticaret Mektebi’ne öğretmen olur. 1892’de ise mezun olduğu Galatasaray Lisesi’ne Türkçe öğretmeni tâyin edilir. Bu yıllarda Fikret, daha sonra Trabzon valisi olacak olan dayısının kızıyla evlenir. 1895’de doğan Haluk, onu baba yapar. Fikret iyi bir baba olur. 

Bu devrede Fikret mutludur, iyimserdir. Madden ve manen huzur içindedir. Güzel, sevdiği bir işi ve eşi vardır. Yuvasına, devletine ve padişahına bağlıdır, onları canu gönülden sever. İlk şiirlerini yayımladığı Mirsad mecmuasının 1307/1891 yılında, devrin hükümdarı II. Abdülhamid için açtığı “Sitayiş-i hazret-i padişahı” konulu şiir yarışmasına katılır ve birinci olur. Bu şiirinde Fikret II. Abdülhamid’in devrini 

Bugün safası cihanın taşar cihanlardan 

Bugün sürür yağar hâke asumanlardan diye yüceltir ve padişahı 

Medâr-ı muhteşem-i iftiharımız sensin 

Senin vücuduna muhtacız ey veliyy-ünniam 

İlel’ebed sana densin Halife-i âlem diye över. 

Yine 1307/1891 yılında Mirsad mecmuasının Tevhid konusunda açmış olduğu şiir yarışmasında da Fikret, aşağıya bir kısmını aldığımız şiiriyle birinci olur: 


İlâhi! Kalbler vardır ki aşkınla münevverdir 

İlâhi! Ruhlar vardır ki vaslınla mübeşşerdir 

Benim kalbim de. Yâ Rabb! Aşk ile ol nura 

mazhardır. 

Benim ruhum da neyl-i vaslına Yâ Rabb! 

Talep-gerdir! 

Değildir kulluğumdan başka lezzetten gönül agâh!. 

Senin lutfundur ümmidim, senin meczubunum Allah!

Bu yıllarda o samimi bir müslümandır. Düzenli bir şekilde namazını kılar, ibadetlerine dikkat eder, çok tatlı bir sesle Kur’ ân okur (2). Ve bütün bunların tabii sonucu olarak da huzurludur, mutludur. Aşağıdaki “Sabah Ezanında” adlı şiirini bu yıllarda yazmıştır: 

Allahü Ekber... Allahü Ekber.. 

Birsamt-ı ulvi: Güya tabiat 

Hâmuş hâmuş eyler ibadet. 

Allahü Ekber... Allahü Ekber.. 

Bir samt-ı nûlân: Güya avalim 

Pinhân ü peyda, nevvâr ü muzlim; 

Etmekte zikr Hallâk’ı dâim. 

Allahü Ekber... Allahü Ekber.. 

Bir samt-ı ulvi: Kalb-i tabiat, 

Bir samt’i nâlân; ruh-ı avalim 

Etmekte zikr Hallâk’ı dâim 

Etmekte ra’şan ra’şan ibadet.

Fikret’in bu durumu, 1896 yılına, yani 29 yaşına kadar devam eder. 1896 yılı Fikret’in hayatında önemli bir dönüm noktası olur. Bu tarihten sonra hayata bakış tarzında derin bir değişme göze çarpar. Bu tarihe kadar hayat, kâinat ve insana çok olumlu bir şekilde bakan ve çok samimi bir müslüman olan şâir, bu tarihten sonra yavaş yavaş, hiç bir şeyi sevmemeye, hayattan şikâyet etmeye, hüzünlü ve karamsar olmaya başlar. Gittikçe bedbinleşir ve dine karşı bağlılığı zayıflar hatta Allah’a karşı isyankâr bir tavır takınır. 

Burada karşımıza çıkan en büyük soru, Fikret’teki bu değişmenin sebebinin veya sebeplerinin ne olduğudur. Şâir acaba 1896 yılından İtibaren niçin bu kadar değişmiştir? 

Fikret’in bu bedbinliğinin, kötümserliğinin, ıztırabinin ve hayata olumsuz bakışının sebebi maddi değildir. Aslında Fikret hayatının hiç bir devresinde maddi sıkıntı içinde olmamıştır. Bu yıllarda Fikret “birkaç yerde birden memurdur: İstişare Odası Kalemi muavinliğine devam etmektedir. 1316 /1900’e kadar Galatasaray Sultanisi’nde Türkçe muallimliğinde kalır. 1312/1896 yılında hayatının sonuna kadar ayrılmadığı Robert Kolej’e gitmeğe başlar. (Akka’da Mutasarrıf olan) Babasından her ay onbeş altın para gelir. Ayrıca Ahmet İhsan, kendisine Servet-i Fünun’un yazı işlerini idare ettiği için haftada beş altın ücret verir. Bu iktisadî şartlarla Fikret, oldukça müreffeh bir aile yuvası kurmuştur. Karısı kendisine karşı çok sadık ve hürmetkardır. Şâir sosyal bakımdan da yüksek bir seviyededir. Etrafında parlak bir şöhret hâlesi teşekkül etmiştir. Arkadaşları onu her bakımından çok beğenirler ve öğmek için fırsat ararlar. 

Bütün bu dış şartlara rağmen, Fikret muzdariptir” (3). Bizce Fikret’teki bu büyük değişikliğin sebeplerinden biri, belki de birincisi 1896 yılından beri çalıştığı Robert Kolej çevresidir. Yabancıların hâkim olduğu bu okulda Fikret, çok değişik bir çevre ile karşılaşır ve bu çevreden kuvvetle etkilenir. Bu okuldaki yabancıların ve yabancı zihniyetin tesiri şâiri yavaş yavaş inançlarından koparır. Türk aydınları içinde Tanzimat’tan beri ağır ağır gelişen pozitivist anlayış, Avrupai bir eğitim veren yeni açılan okullarda, yeni nesillerin zihinlerini bulandırır. Böyle Batı tarzı bir eğitim veren Galatasaray Sultanisi’nde okuyan ve burada aklına takılan birtakım sorularla karşılaşan ve bazı tereddütleri olan Fikret’in, Robert Kolej ve çevresinde yavaş yavaş tereddütleri artar, inancı zayıflar, hayata bakış tarzı değişir. Dindarlığı azaldıkça bedbinliği, karamsarlığı, kötümserliği artar. Hayattan nefret eder bir hale gelir, muztarip olur, hırçın, geçimsiz bir insan halini alır. Tanzimat’tan itibaren Avrupa’ya gidip gelen Türk aydınlarında görülen, milletini ve milletinin değerlerini hakir görme, onlardan nefret etme hastalığına Fikret.. Avrupa’ya gitmeden, İstanbul’da Robert Kolej çevresinde tutulur. Artık içinde yaşamak istemediği bu çevreden kurtulmak, başka diyarlarda yaşamak ister, Ömr-i Mu-hayyel şiirinde bu duyguyu dile getirir. 1899 yılında Servet-i Fünun’da neşrettiği Gayyâ-yı Vücut adlı şiiri, onun hayat karşısında aldığı kötümser tavrı çok açık bir şekilde gösterir. Şâir bu şiirinde hayatı haşerelerle dolu, kokuşmuş bir bataklığa benzetir. Bu bataklığa düşmüş olan insan, çırpındıkça batar. İnsan için hiç bir kurtuluş ümidi yoktur. 

Fikret, bu devrede çırpınır, eski inançları ile tereddütleri arasında bocalar bir kurtuluş yolu, çıkış yolu bulmağa çalışır. 1897 yılında neşrettiği İnanmak İhtiyacı adlı şiiri şâirin bu bocalayışını çok güzel bir şekilde gösterir: 


Bütün boşluk; zemin boş, asuman boş, kalb u vicdan boş; 

Tutunmak isterim, bir nokta yok piş-i hasarımda, 

Bütün boşluk: Döner bir hiçi-i muhiş civarımda; 

Döner beynim beraber, ihtiyarım, sanki bir sarhoş.

……………………… 

Bu yalnızlık, bu bir gurbet ki benzer gurbet-i kabre, 

İnanmak... İşte bir âguş-ı ruhani o gurbette 

Karanlık: Her taraf, her şey karanlık, bir hazin yeldâ! 

Karanlık: Fehm ü dâniş, akl ü istihraç hep muzlim; 

Bütün ruhumda müz’ic bir cemadiyet olur nâim 

Kesafetten ibaret bir tecelli arz eder eşya 

Hakikat zahir olmaz dide-i idrâke bir zerre... 

Bu vehm-âlud bir zulmet ki benzer zulmet-i kabre; 

İnanmak... İşte bir şeh-rah-l nurani o zulmette.

Şiirde sık sık kullanılan boşluk, yalnızlık, gurbet, karanlık, inanmak kelimeleri şâirin ruh halini çok güzel anlatır. Dini inançlarını kaybeden şâir, yeryüzünü, gökyüzünü, kalb ve vicdanları boş görmekte, kendini yalnız, yapayalnız hissetmektedir. Bu yalnızlık bir gurbete, bir kabir gurbetine benzer. Her taraf, her şey karanlıktır. Mânâsını kaybeden kâinat “kesafetten ibaret” bir hâle gelir. İnsan hakikati bir türlü göremez. Evet hayat, kâinat ve insanı, manâlı gösteren Allah’tır. Allah’a olan inancını kaybeden insan kendini boşlukta hisseder, bir ruhî bunalıma düşer, işte Fikret bu şiirinde içine düştüğü bu ruh buhranını anlatır. 

Fakat şâir bir türlü bir çıkış yolu bulamaz. Kendisinde 1896 yılında başlayan bedbinlik, melankoli, hüzün, hayattan nefret duygusu her geçen gün artar, hayatı çekilmez bir hâle getirir. Şâir gittikçe hırçınlaşır ve nefreti başka sahalara da yayılır. 1902 yılında Sis şiirini yazar. Bu şiir, Fikret’teki değişikliği göstermesi açısından çok önemlidir. Bu şiirinde Fikret, yüzyıllar boyunca bütün şâirlerimizin hayran olduğu, Divan şâirinin “bir taşına bin acem mülkü fedadır” diye yücelttiği İstanbul’u, yaşlı ve ahlâksız bir kadına benzetir ve şiirini: 

Örtün, evet ey hâile... Örtün, evet ey şehr: 

Örtün, ve müebbed uyu, ey fâcire-i dehr... 

diye bitirir. Fikret, Türk edebiyatında bu kutlu beldeyi mel’un ve menfur bir şehir olarak işleyen ilk Türk şâiridir. 

Fikret 1905’te Tarih-i Kadim’i yazar. Bu şiiriyle o, Osmanlı tarihine ve dine hücum eder ve 

Ben benim, sen de sen, ne Rab, ne ibad! 

diyerek herşeyi İnkâr eder. Çevresinden kopar, milletine ve devletine yabancılaşır. Bu sırada 21 Temmuz 1905 tarihinde Sultan II. Abdülhamid’e bir suikast düzenlenir. İsmail Hami Danişmend’in yazdığına göre, bu suikast, Anadolu’nun “Vilâyet-i Sitte” adı verilen altı şark vilayetinde bir Ermenistan devleti kurmak için Ermeni komiteleri tarafından dışarıda tertiplenmiştir (4). Fakat Yıldız Camii’nden çıkan Abdülhamit, âdeti hilâfına bahçede Şeyhül-islâm ile bir iki dakika konuştuğu için suikasttan kurtulur. Bomba patlar ve yirmi altı kişi ölür, elli sekiz kişi yaralanır. 1906 yılında bir Lahza-i Teahhur adlı şiirini yazan Fikret, bu suikastı: 

Ey darbe-i mübeccele, ey dud-ı miintakim 

Attın... Fakat yazık ki, yazıklar ki vurmadın. 

diye tebcil eder. Fikret’in bu durumu içler acısıdır. 

Fikret 1908’de II. Meşrutiyyet ilân edilip arkasından da 1909’da II. Abdülhamit tahttan indirilince, ihtilâli selâmlayan şiirler yazar ve ihtilâlcileri yüceltir. Hayata ümitle bakmağa çalışır. 

Yine bu devrede o, Haluk’un Amentüsii adlı şiiriyle dikkat çeker. Bu şiiriyle milliyetini, şeytan, melek, cin, mukaddes kitaplar, haşir gibi hemen bütün dini değerleri inkâr eder. Tam bir pozitivist olarak karşımıza çıkar. Ona göre bir gün fen insanın bütün mes’elelerini halledecek, akıl mucizeler gösterecektir. Fikret’in kendi ifadesiyle “İrfanı tabiyyet değiştirmiştir”, bizden biri değildir artık o. 

1912 yılında Fikret’in ümit bağladığı “hürriyet mücahitleri” Meclis-i Meb’usanı kapatır, ülkeyi iyi idare edemez ve bir terör havası estirirler. Fikret’in ifadesiyle “kanun diye, kanun diye, kanun tepelenir”. Fikret bütün umutlarını yitirir, tekrar bedbinleşir. 

Kopsun seni! Bir hakk diye alkışlayan eller!.. 

diye İttihat ve Terakki Fırkasına lanetler yağdırır. Meşhur Hân-ı Yağma (yağma sofrası) şiirini yazarak onları: 

Bu sofracık, efendiler,-ki iltikame muntazır 

Huzurunuzda titriyor-şu milletin hayâtıdır; 

Şu milletin ki muztarib, şu milletin ki muntazır! 

Fakat sakın çekinmeyin, yiyin,yutun hapır, hapır... 

Yiyin, efendiler yiyin; bu hân-ı iştihâ sizin; 

Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin! 

diyerek çok ağır bir şekilde hicveder. Bütün bütün karamsarlaşır, hayata küser, Aşiyân’ına çekilir ve bu karamsarlık içinde 1915'te 48 yaşında ölür. 

Fikret'in memleketi kurtaracak bir kahraman olarak gördüğü, "Bize bol bol ziya kucakla getir" diyerek, ilim tahsil etmek üzere önce Avrupa'ya sonra da Amerika'ya gönderdiği oğlu Haluk ise, Amerika'da papaz olur ve memleketine dönmez. 

Fikret 19. ve 20. yüzyılda Türk aydınlarının yaşadığı "medeniyet burhanı" nı derinden yaşamış bir Türk şairidir. O, dinin, büyük, yeri başka hiçbir şeyle doldurulamayan beşeri manasını anlayamamış, 19. yüzyıl sığ pozitivizminin kurbanı olmuştur. 

İbretle okunacak bir şair olarak, onun trajedisi, Tanzimat'tan bu yana Türk aydınının devam eden trajedisidir. Fikret ve bir çok Türk aydını, Yunus'un yüzyıllar önce kavradığı 

Kemdürür yoksulluktan, nicelerin varlığı 

Bunca varlık var ikengitmez gönül darlığı. 

mısralarında ifadesini bulan, inancını kaybetmiş bir insanı, maddi kainatta hiçbir şeyin tam olarak tatmin edemeyeceği hakikatını kavrayamamıştır. 

DİPNOTLAR 
1) Mehmet Kaplan, Teyfik Fikret, İst.971,s.44. 
2) y.a.g.e.,s.74. 
3) y.a.g.e.,s.76. 
4) İsmail Hami Danişmend, İzahlı Osmanlı Taarihi Kronolojisi,c.ıv,s.348,1955.

Yrd.Doç.Dr Fatih BAYRAKTAR

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumunuz alınmıştır. Teşekür ederiz..