Mehmet Akif ve Muhammed İkbal kendi
milletlerinin uyanmasında rol oynamış iki abide şahsiyettir. Toplum minberinden
yükselen bu iki şairin sesi, yankısını millette bulacak büyük bir aksiyonun
kıvılcımları olmuştur. Felaket dönemlerinde insanların inançları daha çok
kuvvetlenir. Bu kuvvetin moral değerlerle pekiştirilmesini de toplumun manevi
önderleri yapar. Her millet, kendisini aşka getirecek bir şairi, bir lideri
içinden çıkarır. Fakat bu oluş bilinçli değil, aksine o atmosferin
ruhaniyetinden kaynaklanmaktadır.
Mehmet
Akif Anadolu insanının hürriyet mücadelesini gören, bu mücadeleyi gerek
vaazlarıyla gerekse şiirleriyle destekleyen, milli uyanışta adeta “şok
dalgalan” meydana getiren vatanperver hatip-şairdir. Bu uyanışta;
İslamiyeti
temsil misyonuyla yaşamayan milletlerin eriyip tükendiğini vaazlarında gür
sesiyle haykırır. “Akif kadar İslam alemindeki
yanlış anlayışları tenkit eden pek az Türk şairi vardır. İslam aleminin, içinde
bulunduğu sosyal durum, Akif’i din üzerinde yeniden düşünmeğe sevketmiştir. Bu
düşünüş tarzı, Akif’in insana bakış tarzını da değiştirmiştir. Akif,
Tanzimat’tan sonra ilk defa Namık Kemal’in ortaya koyduğu aktif, toplum
meselelerine ilgili, ilim, fen ve terakkiye açık ‘modern insan tipi’ne
inanır.”(l) Akif “Asım”a yüklediği misyonla, insanımızın kurtuluş reçetesini
verir. Muhammed İkbal de modern Pakistan’ın kuruluşunda şiir, nutuk ve
demeçleriyle etkili olmuş bir şahsiyettir. O da tıpkı Akif gibi hem şair, hem
de fikir adamıdır. Fikir zembereğinim iman coşkusuyla hareket ettiren İkbal,
gelecek adına ümitlidir. Çünkü iman ümidi gerektiriyordu. Onun bu ümidi
hakkında Ebu’l-Hasen en-Nedvi, “İkbal’in Mesajı” isimli eserinde şunları
söylüyordu: “Gerçekten ben İkbal’i coşkunluk, sevgi ve iman, akide ve aksiyon
şairi olarak, Batı’nm şu maddeci medeniyetine karşı bir aksiyoner ve o
medeniyetin ipliğini pazara çıkarmış bir dava adamı, İslam’ın üstünlüğünü ve
müslüman kerametini terennüm eden bir davetçi, kavmiyetçilik için çalışanlara
karşı en büyük kavgayı vermiş biri ve nihayet insanlık ülküsüne, İslam imanına
çağıran en büyük davetçilerden biri olarak tanıdım ve sevdim. “(2)(Açıklama-1)
Aksiyon , insanın bütün hissiya-tıyla olunca hedefe çabuk varılıyordu.
“Hareketsizliği, meskeneti telkin eden edebiyatı, yok etmeye çağıran sirenin
sesi olarak gören İkbal bir şiirinde ideallerin yok olmasını hayatın sona
ermesi olarak değerlendirir. Hayat cevherine ancak hareketle varılabilir.”^ Her
iki şairin; toplumun uyanışı adına seslendirdiği şarkıyı adım adım takip
edelim. Akif, bir şiirinde şöyle seslenir:
Bir zamanlar biz de millet, hem de
nasıl mı İletmişiz:
Gelmişiz dünyaya milliyet nedir
öğretmişiz1.
Kapkaranlıkken bütün afakı
insaniyyetin,
Nur olup fışkırmışız ta sinesinden
zulmetin;
Yarmışız edvar-ı fetretten kalan
yeldalan;
Akif’te müthiş bir sevgi vardır. Bu
sevginin kaynağı ise imandır. İslam dini, Hz. Muhammed’le neşet etmiş, karanlık
devirler bir bir kapanmıştır. Ufukta altın bir çağ vardır. Bu ak dönemde, her
millet, Rahmeti Sonsuzun engin pınarlarından kana kana içmişti. Böyle bir
dönemde, İslam ile şereflenen milletimiz ise; hem şeref kazanmış, hem de bütün
dünyayı şereflendirmişti. O, ab-ı hayatın gençlik iksirini, sevgili
Peygamberinin; asırlar ötesinden uzanan elinden içmişti. O, cihan hakimiyetine
İ’la-yı Kelimetullah misyonuyla çıkan, aksiyonuna inancın gücünü aşılayan bir
milletti. Zaman ilerlemiş, idealler pörsümüş, ahlak çökmüştü. Doğu fatalizminin
(Açıklama-2) çığırından çıkmış mantığı, nihayetinde kendini inkara kadar
gitmişti. Atalet insanların iliklerine kadar işlemiş; bu çöküş, bu akibet
nihayetinde, bir zamanlar kendilerini zirveye çıkarmış olan “Din-i İslam”a mal
edilmişti. Akif bu gidişattan hiç memnun değildir; hele geri kalmışlığın sebebi
olarak İslam dininin gösterilmesi, onu çileden çıkarır. (Açıklama-3) “Mehmet
Akif’e göre İslam aleminin çöküş sebebi, İslamiyet’in kendisi değil, kendisini
Müslüman sayan halkın, bir tarihten sonra, onun ruhunu ihmal ederek, din diye
bir batıl inançlar bataklığına saplanmış olmasıdır. İslam aleminin çöküşünde
çeşitli sebepler vardır. Akif, bunun kaynaklarından birini, insanların içinde
yaşadıkları dünya ve hayata karşı ilgisizliklerinde bulur. Yanlış tefsir edilen
‘Allah’a tevekkül’ fikri, Müslümanları ‘atalete’ sevketmiştir. Akif şiirlerinde
bu nokta üzerinde ısrarla durur. Akif’in İslami düşünceye getirdiği en önemli
yenil iklerden biri, ‘yanlış tefsir edilen tevekkül’ fikriyle ‘atalet’ ve
‘sukut’ arasındaki münasebete parmak basmış olmasıdır. “(4)
Müslüman unsuru gayet mütedenni:
doğru,
Şu kadar var ki değ ınından ne
uzak!
Dini tedkik edeceksek dönelim haydi
geri:
Alalım neş’et-i İslama yakın bir
devri
O ne dehşetli terakki, o ne müdhiş
sür’at!
Öyle bir harika gösterdi mi
insaniyyet…
Akif, İslam dini ile kaynaşan Türk
insanının aşkını dillendirirken İkbal’de de aynı heyecanı buluruz. O, “Milli
Marş” isimli şiirinde şöyle seslenir:
Çin bizim, Arabistan bizim,
Hindistan bizimdir.
Biz müslümanız, tüm dünya
anayurdumuzdur.
Sinemizde Tevhid’in emaneti vardır!
Adımızın, canımızın silinmesi kolay
değildir.
Dünya mabedlerinde Allah ‘ın o ilk
evi.
Biz onun koruyucusu, o da bizim
koruyucumuzdur.
Biz kılıçların gölgesinde
yetişmişizdir.
Hilalin hançeri ulusal
armağanımızdır.
Şair yeryüzü mirasçılığını müslüman
kimliğine atfetmektedir. Dünya Hz. Adem’le hayat bulan, Allah’ın esmasının
tecelli ettiği bir mekandır. Dolayısıyla tevhid akidesinin mümesilleri ancak
orada soluklanacak, Yaratıcıya olan şükranlarını bu mekanda dile
getireceklerdir. “İkbal, Kur’an’da geçen insanla ilgili bazı ayetlere dayanarak
İslamın insan anlayışını şöyle özetler: İnsan, Allah tarafından seçilmiş ve
öylece yaratılmış bir varlıktır. Yine insan, bütün eksikliklerine rağmen,
Allah’ın yeryüzündeki halifesidir. Üçüncü olarak, o Kur’an’da bahsedilen
emaneti yüklenen ‘hür şahsiyete’ sahip bir varlıktır. (Bkz. Kur’an, 20/114,
2/28, 6/165, 33/72-Muhammed İkbal, The Reconstruction of Religious Thought in
İslam, Lahore 1958, s72) İnsan, mülk aleminden melekut alemine uzanan bir
varlıktır. O, bir yandan aklıyla yeryüzünde hakimiyet kurarken, bir yandan da
aşk sayesinde zaman ve mekanın ötesinde kol salarak ilahi huzura ulaşmak ister.
“(5) Akif ve İkbal’de millet kavramı İslam ile mana kazanır. Öyle ferdalar ki:
Kaldırmış serapa alemi; Dideler bir cavidan fecrin olmuş mahremi. Yirmi beş
yıl, yirmi beş bin yıl kadar feyyaz imiş! Bak ne ani bir tekamül! Bak ki: Hala
mündehiş Yad-ı fevka’l-i’tiyadından onun tarihler, Görmemiş benzer o müdhiş
seyre, hem görmez beşer.”
İslam milletiyiz biz. İnsanlığa
sunduğumuz yarınlar bütün dünyanın uyanmasına vesile olmuş. Gözler daimi bir
fecrin doğuşunu hayranlıkla seyre koyulmuş, İslam’ın yirmi beş yıllık o altın
devri, yirmi beş bin yıl kadar feyizli olmuş! Ne ani bir tekamüldür bu!
Tarihler, bugün dahi o olağanüstü gelişmeyi anarken dehşete düşmektedir.
İnsanlık alemi o müthiş tekamülün bir benzerini ne görmüş ne de görecektir.
Akif milletimizin tekrar dirilmesi kendine gelmesini arzular. “Bir ata
mirasının, tarihi bir cemiyet geleneğinin gücü ve manevi hazırlığı ile genç
yaşında inkişaf eden bu ruha yol gösterip önünden dikenleri kaldırarak
yaylandıran kuvvet, şüphe yok ki müslüman dünyasını el ele verdirmek ve tek
cephe halinde görmek gayesi idi.(6) İkbal’in gayesi ile Akif’in gayesi aynı
çizgide buluşur. “İkbal’i en çok üzen şey, Doğu dünyasında İslam’ın yanlış
anlaşılması ve yorumlanmasıydı. Son derece dinamik bir yapıya sahip olan
İslam’ın, birçoklarının elinde miskinliğe alet olmasıydı. Özellikle kadim Yunan
felsefesi ve İran Menşe’ili bir takım inanışlar, daha birçok faktörlerle
(yoksulluk, siyasi despotluk vs.) el ele vererek İslam’ın aydınlık yüzünü
karartmıştır. Sözgelimi, kendilerini sufi sanan birçokları İslam’ın ve
müslümanın uyanışını, ‘benliğin tasdikinde’(isbat-hodi) değil, ‘benliğin
inkarında’(nefy-i hodi) aramışlardır. Bu anlayış. Benliğin Sırları’nda çok
şiddetli bir eleştiriye muhatap olmuştur. Yayınlandığı zaman büyük bir fırtına
koparan bu eser, temel realite olan benliğin nasıl ve hangi yollarla
güçlendirileceği konusunu ele alır. Ana İslami geleneği takip eden İkbal, tıpkı
Gazali, Rumi, Sirhindi ve Cili gibi, basamak basamak yükseklere çıkan ve
sonunda ‘Allah’ın ahlakı ile ahlaklanan’ inanmış insanın ruhani macerasını dile
getirir. “(7) İkbal bir rubaisinde, insanın silkinip kendine gelmesini; sürekli
yenilenip gerilime geçmesini, bir dalgaya benzeterek, ona şöyle seslenir:
“Denizin derinliklerine dalarak
silkinmelisin, Çırpınarak kıvrılarak durmadan değişmelisin. Ey dalga! Senin
kaderinde sahil yoktur; Kabararak istediğin tarafa çekip gitmelisin!”
“Sefaletimizin acısı bizde henüz
uyanma şuuru doğurmaktan uzakken her tarafta aydınlık arayan öksüz bir nesli,
semalardan vahiy gibi inen bir feryat, canlandırmaya kafi geldi:
Bu sesi dinledik. Bu sesin sahibi,
Hz.İsa’nın yirmi asır ümmetine sunduğu ümit, aşk ve imandan ibaret üç dinamiği
bize sunmaya muktedir bir veli ruhuna sahipti. O, bizim yorgun ve ümitsiz
gençliğimize ebedi hayat sırrını fısıldadı:
Azmiyle, ümidiyle yaşar hep yaşayanlar.
(S)
Mehmet Akif’in uyanış yolundaki
duyarlılığı onu hareketin merkezinde şekillendirmiştir. Bu aşırı hassasiyeti,
İkbal; “Dini Tefekkürün Yeniden Teşekkülü, Benlik ve Toplum, İslami Benliğin
İçyüzü, Cavidname” gibi eserlerinde sürekli vurgular. İkbal “kötülüklerin
Anası” isimli şiirinde korku, hüzün ve ümitsizliği şöyle dile getirir:
Ümit kesilirse hayat biter.
Ebedi hayat istiyorsan
“La-taknetu”ya bağlan
Madem ki, ümit birbirini kovalıyan
arzudur,
Ümitsizlik hayatı zehirler.
Ümitsizlik seni mezar gibi sıkar.
Elvendi dağıysan bile seni ayağa
düşürür.
Gam ile ümitsizliğin bir çadırda
yaşar.
Keder, hayat damarına vurulan bir
neşterdir.
Ey gam zindanında olan esir.
“La-tahzen ” öğüdüne sarıl.
Sıddık’ı Sıddık yapan budur.
Gerçeklik peymanesinin şarabı budur.
(La-taknetu: “Tarafımdan onlara de
di: Ey nefislerine karşı aşırı giden kullarım, Allah’ın rahmetinden ümit
kesmeyin. Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir.” Zümer, 53.-La-tahzen:
“…Üzülme, Allah bizimle beraberdir…” Tevbe, 40.)
Akif ve İkbal’in bu denli
gayretleri, atalet içinde bulunan milletleri ne derece aktif kılmıştı? Bazen
iki şairin kendi içlerinde bu yıkılmışlığın yürek dağlayıcı ateşini hissederiz.
Bir milletin rüştü elinden gitmişse
toprak gibi paramparça olur, toz haline gelir ve dağılır. Müslümanlığın
varlığı, İslam nizamına bağlıdır. Rasulullah’ın dininin özü ve ruhu budur.
Bizim de boğazımızdan her an nefes
çıkar amma ney’in düzenine tabi olunca nağmeleşir. Sen, düzenin ne olduğunu hiç
bilir misin? Bu dönen evrende tutulmanın sırrı nedir? Senin sırrın yaşayan
Kur’an’dadır. O Kur’an ki hikmet-i ezeli ve ebedidir.
“İkbal’e göre bu ideal cemiyetin
muayyen ve müşterek olan bir hedefi bir gayesi bulunmalıdır. Müslüman cemiyeti
için bu gaye, toprağa bağlı kalan dünyevi fetihler , yağmalar değil; tevhidi
mümkün olduğu kadar yaymak onun en yüksek maksadıdır ki, onun tahakkukunda
bütün kuvvetlerini göstermeğe amadedir. İkbal’e göre millet fert gibi bir
şahsiyet, bir ‘Ego’dur; ve onun inkişaf kanunlarının aynıdır, milletin de, aşk,
müsamaha, cesaret daimi vazgeçilmez şartlarıdır”(10) Samiha Ayverdi ise
İkbal’in bu birleştirici aşkını şöyle değerlendiriyor: “…İkbal’in bu cihad
aşkını bir manevi miras, prensip adına girişilmiş bir gazadan başka türlü
görmemek lazımdır. Nitekim O, ruhunu tutuşturan bu ateşe mesned olarak bu
gerçeği beyan eder: ‘Biz kılıçların altında doğup büyüdük.Kervanımızın başı,
Hicaz’daki büyük Üstad’dır, onun adı gönüllerimize teselli veriyor.’ Bu itiraf
da gösteriyor ki İkbal, İslam aleminin yeniden uyandırılması yolunda yüreğine
düşen hürriyet ve istiklal ateşini, onu bin bin dört yüz yıl evvel uyandırmış
olan Peygamber’inden almıştır. Bugün de Müslüman Şark’ın ihtiyaç ve talebi neyi
icab ettiriyorsa, ona göre teşkilatlanmak ve İslami nazariyelerin kabuğunu
kırıp aktif hale getirmek lazımdır. İslamiyetin alemşümul karakteri, onu
milletlerüstü bir din kudretiyle temayüz ettirdiği için, bu teşkilatlanmanın
büyük kütlelere kazandıracağı dayanışma, İkbal’i gerek İslam dünyası için ve
gerek bütün beşeriyet adına büyük kazançlara götüreceğine inandırıyordu. Onun
için cesaretli ve ihlaslı bir lider olarak çevresine hitap ederken: ‘Bugün
beşeriyet, üç şeye muhtaçtır.’ diyordu ‘Kainata ruhani bir mana sağlamak.’,
‘Ferdin ruhani kurtuluşunu te’min etmek.’, ‘Beşer cemiyetini manevi esaslar içinde
tekamüle götürecek alemşümul mahiyette temel prensipler bulmak.’
Eski Müslümanlar, İslam’dan önceki
Asya’nın manevi esaretini yıkmış; fakat bu ana fikrin gerçek ehemmiyetini
layıkiyle anlayamamışlardı. Onun için bugünkü Müslümanlar, durumlarını kavramalı
ve nihai prensiplerin ışığında, içtimai hayatlarını bir bütün olarak yeniden
bina etmelidirler.”(11) Mehmet Akif sanatmı birlik ve beraberlik yönünde
kullanmış, İkbal gibi İslamiyetin hareket prensibini aktif hayata uygulamıştır.
Akif ilhamı doğrudan, Kur’an’an alıp asrın idrakine söyletmenin gayreti
içindedir. “Kur’an inmemiştir hele bunu hakkı ile bilin ne mezarlıkta okunmak;
ne de fal bakmak için” derken, Akif’in İkballe hemfikir olduğu görülür. “Şiir
ve sanat anlayışını topluma faydalı olma noktasında toplayan Mehmet Akif,
eserlerinde toplum için kurtarıcı ve gerekli olduğuna inandığı fikirler
üzerinde durur. Bu fikirlerini yine geniş halk kitlelerine hitaben yazdığı için
çoğu zaman manzum hikayelerle anlatır. Akif şiirlerinin bir kısmında ya bizzat
konuşur veya kendisini temsil eden bir sözcü seçer. ‘Süleymaniye Kürsüsünde’,
‘Fatih Kürsüsünde’ adlı şiirlerinde vaizler, yazarın sözcülüğünü yapmakta ve
toplumdaki bozulmanın sebebini İslami değerlerden ayrılmakta görmektedirler.
Birlik onlar için esastır. Süleymaniye camiindeki vaiz, herkesi birliğe davet
eder. “(12)
Girmeden tefrika bir millete,
düşman giremez;
Toplu vurdukça yürekler, onu top
sindiremez.
İkbal ile Akif arasındaki bu
benzerlik her ikisinin çalkantılı bir döneme şahit olmalarındandır. “İkbal’e
Safahat’mı gönderen Mehmed Akif, bu hususta pek isabetli bir şekilde İkbal’in
şahsiyet ve eserini şöyle tavsif etmiştir: Evvelki hafta bana Hind’in İslami
şairi Muhammed İkbal’in iki manzum eserini gönderdiler. Ben bu şairin ufak bir
risalesini Ankara’da görmüş ve sahibini kendime benzetmiştim. Şark’ta yetişen
ulemayı sufiyenin , bütün eşarını okuduktan başka Almanya’ya giderek Garp
felsefesini adamakıllı hazmeden İkbal hakikaten yaman şair. Zaten Hint
Müslümanları arasında ismini bilmeyen, şiirlerini ezberlemiş olmayan yok. Urdu
lisanında yazılmış olması tabiidir. Benim gördüklerim Farisi. Mevlana’yı çok
okumuş, çok sevmiş. Ona mürşidim diyor. Nezdimdeki iki eserin biri Peyam-i
Maşrik’tir. Çok güzel kıtalariyle gazelleri var. Gazellerin bir ikisi bana
sarhoş gibi nara attırdı. İkbal’in Arapçası da kuvvetli. İlmi, irfanı, kudret-i
şairanesi benimkilerle kabil-i kıyas değil, çok yüksek.(Mısır’dan 8.3.1341′de
Hafız Asım’a gönderdiği mektup, Edip s.43)”(13) Beşir Ayvazoğlu’unun Akif ve
ikbal’i anlattığı yazısında şu tesbitlere yer verilir. “Mısır’da Darülfünun
müderrislerinden olan Abdülvehhab Azzam, Mehmed Akif in ölümü üzerine yazdığı
yazıda, onunla İkbal’in şiirlerini okudukları günleri özellikle
vurgulayacaktır: ‘Toplantılarımızın en güzelleri Muhammed İkbal’in şiirlerini
okuduğumuz zamanlardır. İkbal’i bana tanıtan o idi. Kendisi bir gün bana
İkbal’in Peyam-ı Meşrık adını taşıyan şiir mecmuasını vermiş ve ben o sayede
İkbal’i sevmiştim. Vakit buldukça İkbal’in şiir kitaplarından birini alır, ben
okurdum, o da hem dikkat, hem istiğrak içinde dinlerdi. Arada bir bazı
beyitlerin tekrarını isterdi. Beğendiği beyitler üzerinde durur, bunları takdir
eder, yahut bazı beyitleri içini çeke çeke dinlerdi. İkbal’in şiirleri bazen
ona heyecan verir, bazen içine serinlik serper, bazen de hüzün ve ıstırap
verirdi. İkbal’in Esrar-ı Hudi eserini de birlikte okumaya başlamış, birkaç
celsede bitirmiş, daha sonra gene onu Rümuz-ı Bihudi eserini de aynı şekilde
okuduktan sonra tekrarına karar vermiştik.(Eşref Edip,Meh-medAkif, s.238)”(14)
Sonuç olarak diyebiliriz ki; İkbal
ve Akif milli uyanışta önder olmuş iki dev şahsiyettir. Her iki şair gerek
fikirleriyle gerekse de şiirleriyle İslamiyetin aktif-dinamik yapısını cemiyet
hayatına uygulamaya çalışmışlardır. Her iki şair imam, şiirlerinin mihenk
noktası yapmış; ufuktaki dirilişin tohumlarını, dünyanın sinesine
serpmişlerdir. Akif ve İkbal daha derin bir araştırmanın konusudur. Biz burada
belli başlı ipuçlarıyla her iki şairin “birlik şuurundaki” gayretli çabalarına
temas ettik Bu, o şahsiyetlerin geçmiş aşılardaki gayretleri gibi gözükse de;
asıl mesaj, günümüzün kolu kanadı kırılmış bütün değerleriyle alt üst olmuş
insanlarınadır.
DİPNOTLAR VE AÇIKLAMALAR:
1-Prof.Dr. Mehmet KAPLAN; “Mehmed
Akif’e Göre İlim Ve Din”, Türk Edebiyatı Üzerinde Araştırmalar, Dergah Yay.
İstanbul, 1987, c.2
2-Ebu’l-Hasen en NEDEVİ, İkbal’in
Mesajı,Çev.Prof.Dr. Yusuf IŞIK, Akademi Yay .İstanbul, 1999
3-BeşirAYVAZOGLU; “Akif ve İkbal”,
Altın Kapı, Ötüken Yay. İstanbul,2001
4-Prof Dr.Mehmet KAPLAN, a.g.e.
5-Prof. Dr.Mehmet S. AYDIN;
“İkbal’in Felsefesinde İnsan”, İslam Felsefesi Yazıları, Ufuk Kitapları,
İstanbul, 2000
6-SamihaAYVERDİ; “Mehmed akifin
Gayesi”, abide Şahsiyetler, Kültür Bak. Yay. İstanbul, 1976
7-Prof.Dr.Mehmet SAYDIN; a.g.e.
8-Doç.Dr.Nurettin TOPÇU; Mehmet
Akif, Dergah Yay. İstanbul 1998
9-Prof.Dr Orhan OKAY; Meşrutiyet
Sonrası Türk Edebiyatı, Atatürk Ünv. Fen-Edb. Fak. Yay. Erzurum 1990
10-Muhammed İKBaL; Cavidname,
Çev.Prof.Dr.Annemarie Schimmel, Kültür Bak. Yay. Ankara 1989
11-Samiha AYVERDİ; a.g.e.
12-Prof.Dr.İnci ENGİNÜN; “Mehmet
Akifte Şahıslar Ve Fikirler”,Yeni Türk Edebiyatı Araştırmaları Dergah Yay.
İstanbul 1991
13-Muhammed İKBaL; a.g.e.
14-Beşir AYVAZOĞLU; a.g.e.
Açıklama-1 :Muhammed İkbal’in yakın
dostu olan Nedevi İslam dünyasının içinde bulunduğu durumu anlattığı kitabı
“Müslümanların Gerilemesiyle Dünya Neler Kaybetti?” bu beyanda tetkik edilmesi
gerekli önemli bir eserdir.Bakınız; Müslümanların gerilemesiyle Dünya Neler
Kaybetti,(İslam And World) Hasan En Nedevi, Çev.İbrahim Düzen-Mustafa Topuz
Açıklama2:Fatalizm:Her şeyin
alınyazısına göre önceden belirlenmiş olduğuna, insanın bu önceden belirlenmiş
olan alınyazısını değiştiremeyeceğine inanan dünya görüşü.(Prof.Dr.Bedia Akar
su,Felsefe Terimleri Sözlüğü)
Fatalizm:Bütün hadislerin, bozulmaz
ve değişmez bir şekilde tabiatın ve alemin üstünde mevcud olan yegane bir
kuvvet tarafından önceden tesbit edilmiş olduğuna inanan felsefi meslek.Felsefi
fatalizmin panteist ve teist olmak üzere iki şekli vardır.(Geniş bilgi için
bakınınız,Felsefi Doktrinler Sözlüğü, Prof. Dr. S.Hayri Bolay)Özellikle yıkılış
dönemlerindeki insanlar, hadiseleri bu felsefi söyleme icra etmişilerdir.Bu
fatalist yaklaşım ise İkbal ve Akif in Aksiyon felsefesine ters düşer.Böyle bir
anlayışın neticesinde atalet, uyuşukluk ve ilerleyememe kendini göstermiştir.
İslam dünyasının içinde bulunduğu bu “karanlık dönem” fatalizm mantığı ile
hareket eden bir toplumun göstergesidir.
Açıklama-3 :Akif Müslüman
dünyasının içinde bulunduğu durumu; özellikle batı dünyasının takip ettiğinin
farkındadır. Anglikan Kilisesi Şeyhülislamlık makamına bir mektup göndererek
islam dininin mahiyet, ruhu medeni hayat ve insan düşüncesi üzerine
söylemlerini ihtiva eden bir eser talep etmiştir. Bu eseri, Mehmed Akif
çevirerek o dönem harici ve dahili bütün ilim erbabı ve halka
sunmuştur.(Bakınız: Anglikan Kilisesine cevap; Şer’iyye Vekaleti İslam
Tetkikleri ve Telifleri Kurulu Başkanı Şeyh Abdülaziz Çaviş, Çev. Mehmed Akif,
Sadeleştiren,Süleyman Ateş,Diy.İş.Baş. Yay Ankara 1974)
Mehmed Akif’in şiirlerinin
açıklamaları için bakınız; Mehmed Akif Külliyatı, Haz.İsmail Hakkı Şengüler
Hikmet Neşriyat 10 cilt.
Yağmur Dergisinden Alınmıştır
(Sayı-14)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumunuz alınmıştır. Teşekür ederiz..